Jump to content
NetObur

Feneroin

Yönetici
  • İçerik sayısı

    1042
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

  • Kazandığı günler

    12

Everything posted by Feneroin

  1. PlayStation 5'in çıkmasına yaklaşık 1 ay kala Sony, hangi PS4 oyunlarının yeni nesil konsolda çalışmayacağını açıkladı. Neyse ki liste çok kısa. Bu oyunlar şunlar; DWVR Afro Samurai 2-Revenge of Kuma Volume One TT Isle of Man-Ride on the Edge 2 Just Deal With It! Shadow Complex Remastered Robinson: The Journey We Sing Hitman Go: Definitive Edition Shadwen Joe's Diner. Sony'nin destek sayfasında PS5'in geriye dönük uyumluluğuyla ilgili başka ayrıntılar da var. Bazı PS4 oyunları, PS4 Pro'nun Güçlendirme Moduna benzer görünen PS5'in Game Boost özelliği sayesinde biraz yükseltme alacak. Uyumlu başlıklar daha sorunsuz çalışacak ve / veya daha yüksek kare hızına sahip olacaklar. Sony'nin daha önce onayladığı gibi, PlayStation VR kurulumunuzu PS VR oyunları için kullanmaya devam edebileceksiniz. PS5, DualShock 4 oyun kontrolcüsünü destekleyecek ancak yalnızca PS4 oyunları için. Platinum ve Gold Kablosuz Kulaklıklar da yeni nesil konsolla da çalışır. PS4'ünüze indirdiğiniz oyunlar ve kayıtlı verileriniz söz konusu olduğunda, bunların hepsini WiFi üzerinden PS5'inize aktarabilirsiniz. Ayrıca, PS4 oyunlarını doğrudan desteklenen bir harici depolama sürücüsünden de oynayabileceksiniz. Son olarak Sony, bazı oyun akışlarının nasıl çalışacağını da onayladı. "PS4'ten PS5'e uzaktan oynatma" seçeneğinin etkinleştirildiğini söylüyor, bu da PS4 oyunlarını PS5'te gerçekten yerel sisteme yüklemek zorunda kalmadan oynayabileceğiniz anlamına geliyor. Tabii ki, bunun için hala bir PS4'e ihtiyacınız olacak. Bu arada PS Now, PS5'te de çalışacak, ancak bu yöntemlerden herhangi biri ile yayınlanan PS4 oyunları, PS5'in Game Boost özelliğinden yararlanamayacak.
  2. Birkaç yıllık geliştirmeden sonra, nihayet Monster Hunter filmine ilk fragmanı yayınladılar. Sony ve IGN, Paul W.S. Anderson’ın Monster Hunter prodüksiyonu için ne bekleyeceklerine dair bir ipucu veren bir tanıtım fragmanını (Polygon aracılığıyla) paylaştı. Çok kısa, ama doruk noktasına ulaşacak bir mücadele sözü verdi. Milla Jovovich (Artemis olarak) ve T.I. (Link), çöl kumlarından püskürürken onları şaşırtarak yakalayan devasa Siyah Diablos ile yüzleşmek üzereler. Tanıtım fotoğrafları (yukarıdaki gibi) bir aşamada görüneceklerini açıkça belirtmesine rağmen, teaser'da oyun serisinin kendine özgü kılıçlarından hiçbiri yok. Filmde ayrıca aksiyon efsanesi Tony Jaa, Ron Perlman, Diego Boneta ve Meagan Good yer alıyor. Bu Aralık ayında "yalnızca sinemalarda" gösterime girmesi planlanıyor, ancak pandemi diğer filmlerde olduğu gibi zamanlamayı ve kullanılabilirliği değiştirirse şaşırmayacağız. Bu, iyi ya da kötü için klasik bir video oyunu uyarlaması gibi görünüyor. Ancak, kendi lehine çalışan bazı yönler var. Anderson ve Jovovich, Resident Evil filmleriyle (birkaç kalıcı oyun temelli franchise'tan biri) tanınıyor ve bir veya iki tanınabilir ismin ötesinde açıkça bir yetenek var. Muhtemelen zamansız bir klasik olmayacak, ancak çok eğlenceli olabilir.
  3. Şehide yapılan yardımı çok görüp şarap ihaleleri açmaktan geri durmayan, ‘halkçıyım’ deyip teknelerden inmeyen, şatolarda keyif çatan Tunç Soyer başkanlığındaki CHP’li İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bütçe açığının 1 milyar liraya ulaştığı ortaya çıktı. Lağım kokularının bezdirdiği, su kesintilerinin bitmek bilmediği şehri kaderine terk eden İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin heykel, çiçek ve süs bitkisi gibi kalemlere 290 milyon, 3-4 kişinin çalıştığı özel kalem servisine ise 6.5 milyon lira harcadığı belirlendi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Türkiye’yi İzmir gibi yöneteceğiz” diyerek övgüler yağdırdığı İzmir, topyekûn alarm veriyor. Alt yapı yetersizliğinden susuzluğa, lağım kokusundan çöp dağlarına kadar hiçbir sorunu çözemeyen CHP’li İzmir Büyükşehir Belediyesi, bütçede olağanüstü bir kara delik açtı. CHP ‘kara delik’ açtı Milletin parasıyla şarap ihaleleri açan, ‘halkçıyım’ deyip teknelerden inmeyen, şatolarda keyif çatan Tunç Soyer’in yönettiği CHP’li İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bütçesi patlak verdi. Borç batağında yüzen belediyenin harcamalarını daha da katlayan Soyer’in başkanlığı yaptığı CHP’li İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 915 milyon 569 bin lira bütçe açığı verdiği ortaya çıktı. CHP’li İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin heykel yapımı, çiçek ekimi ve çevre düzenlemelerinin bağlı olduğu Park ve Bahçeler Dairesi Başkanlığı’nın bir yılda 290 milyon 194 bin 523 lira harcadığı belirlendi. Özel kalem saltanatı CHP’li Tunç Soyer, özel kalem harcamalarında da sınır tanımadı. Belediyelerin resmi internet sitesi üzerinden yayınlanan faaliyet raporunda, 6 milyon 410 bin 253 liranın özel kalem saltanatında kullanıldığı kaydedildi. “Halk yoksullukla mücadele ediyor. Bu insanlar ne yiyecek?” diyen CHP’nin İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan opera binasının inşaatına 120 milyon lira bütçe ayrıldığı tespit edildi. Sadece şovlarıyla gündeme gelen Soyer’in sadece bir yılda 297 konser ve dans etkinliği düzenlendiği, konser organizasyonlarına akıtılan paranın 8.5 milyon liraya ulaştığı öğrenildi. İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Kültür ve Sanat Dairesi Başkanlığı’nın, bütçeden yaptığı harcama miktarının ise 66 milyon 257 bin 844 lirayı bulduğu bildirildi. CHP yönetimindeki İzmir’in son faaliyet raporunu inceleyen Akit, CHP’li İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin iflasa doğru sürüklendiğini gözler önüne serdi. 31 Mart 2019’daki yerel seçimlerden bu yana başkanlık koltuğunda oturan Tunç Soyer, daha önce de Twitter’da troll hesap yerine kendi hesabı üzerinden PR paylaşımı yaparken yakalanmıştı. Tunç Soyer, Kerem Ziya Yangöz adlı Twitter kullanıcısının kendisi hakkında paylaştığı, “Her sabah Belediye’ye gelirken durup kuşları beslediğini biliyor muydunuz?” yazılı paylaşımını, “Sadece insanların değil İzmir’deki bütün canlıların başkanı” açıklaması ve emojileri ile başkasının hesabıymış gibi şahsi hesabından paylaşarak kendisini övmüştü. Şaraba parayı bulmuştu Gazetemiz Akit, 01 Ekim 2019 tarihinde yayımladığı “Şaraba var şehide yok” başlıklı manşet haberinde, CHP’li İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin son 4 yılda 248 bin 780 TL’lik içki alımı yaptığını yazmıştı. Aziz Kocaoğlu döneminde 210 bin 780 TL’lik şarap alımı yapan CHP’li İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin mevcut başkan Soyer döneminde ise 38 bin TL’lik şarap satın aldığı belirtilmişti. CHP’li Soyer, şehit düşen kahraman vatandaşlarımıza yardım yapılmasına ise karşı çıkmıştı
  4. Sultan Melikşah’ın Eşi ve Çocukları Sultan Melikşah 1064 yılında Karahanlı hanedanından Terken Hatun ile evlendi. Sultan Melikşah’ın, Ahmet Sencer, Berkyaruk, Muhammet Tapar, I. Mahmut, Mah Melek Hatun, Gawhar Khatun, Isma Khatun, Davut adlarında 8 çocuğu oldu. Sultan Melikşah’ın Özellikleri Büyük Sultan Melikşah, orta boylu, geniş omuzlu, kuvvetli pazulu, biraz şişmanca idi. Toparlak bir sakalın çevrelediği, pembeye yakın, beyaz yüzü çok güzeldi. Çevikti. İyi ata biner ve her türlü silahı iyi kullanırdı. At sevgisi ve avcılığı meşhurdu. Attığı ok daima hedefini bulurdu. Savaş esnasında bile ava çıkar, sayısı yüzleri bulan vahşi hayvan, kuş avlardı. Huzurunda tertip edilen at koşularını büyük bir haz ile seyrederdi. Sultan Melikşah’ın Vefatı Bir seferinde ava çıktığında zehirletilerek şehit edildi. 20 Kasım 1092’de veziri Nizamü’l-Mülk’den otuz beş gün sonra; 38 yaşında şehit edilen Melikşah’ın cenazesi İsfahan’a götürülmüş, kendi medresesindeki türbeye defnedilmiştir. Kaynakça: İbrahim Kafesoğlu / Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu (1953) – Sultan Melikşah (1973), Osman Turan / Tür­kiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar (1958) – Selçuk­lular Zamanında Türkiye (1971), Ahmed bin Mahmud / Selçukname (1977), TDV İslam Ansiklopedisi (c. 29, s. 54, 2004), Erdoğan Merçil / Büyük Selçuklu Devleti (2005), İhsan Işık / Ünlü Devlet Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 1, 2013) – Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013). Nizamiye Medreselerinin Kurucusu Sultan Melikşah 20 senelik saltanatında, devletin sınırlarını, Kaşgar’dan Batı Anadolu’ya, Kafkasya’dan Yemen’e kadar genişletti. Büyük bir devletin sultanı olmasına rağmen yumuşak tabiatlı idi. Sarayında daima devrin alimleri ile sohbette bulunur ve kıymetli fikirlerini alırdı. Melikşah, bütün Selçuklu ülkelerini imar ettirdi ve halkı refaha kavuşturdu. Büyük şehirlerde Nizamiye medreselerini kurdu. İlim, Kültür, Ziraat, Sanayi ve ticaret çok ilerledi. Nizâmü’l-Mülk onun hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getiriyordu: Melikşah, dindarlık, alimlere hürmet, zahidlere iyilik, fakirlere şefkat ve halka adalet gibi dünyada herkesin haiz olamadığı yüksek vasıflara sahip bir cihan hakimidir. (Kaynak: Sadık Dana, İslam Kahramanları 2, Erkam Yay.)
  5. Sultan Melikşah, Türk milletinin yetiştirdiği ender simalardandır. Erken yaşta ölmesine rağmen fetihleri, icraati, adaleti, mağlubiyetsizliği ve ihtişamı ile o “Muhteşem Melikşah” olarak anılmıştır. Maiyetinde, her zaman büyük bir ordu bulundurmuş, vefatına kadar hep birer birer ülke olan bölgeler fethetmiş, Afrika hariç, İslâm dünyasının her tarafında adını duyurmuştu. Fevkalade adaleti ile Sultanü’l-Âlem, Sultanü’l-A’zam ve Sultanü’l-Muazzam gibi şöhretlerinden başka es-Sultanü’l-Âdil diye de ün salmıştır. Öyle ki altındaki topraklarda yürürlükte tuttuğu adalet, yerli yabancı, müslim, gayri müslim bütün tarihçileri hayran bırakmıştır. Melikşah, Sultan Alparslan’ın oğludur. Hükümdarlık döneminde Büyük Selçuklu Devleti en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Peki Sultan Melikşah nasıl bir hayat sürmüştür? Vefatı nasıl olmuştur? Hükümdarlığı sırasında neler yaşanmıştır? Sultan Alparslan’ın oğlu Sultan Melikşah kimdir? Büyük Selçuklu Devleti Hükümdarı: Melikşah Kimdir? Sultan Melikşah 1055 yılında (9 Cemâziyelevvel 447’de) İsfahan’da dünyaya geldi. Tam adı Muizzüddin Ebul Feth olup, Türklere Anadolu kapısını açan Selçuklu Sultanı Alpaslan’ın oğludur. Yirmi yıllık saltanatında tarihte benzeri az görülen bir huzur, refah ve mutluluk devri yaşanmıştır. Babası Alpaslan tarafından özenle yetiştirildi. Devrin bilginlerinden dinî bilgiler, tanınmış bahadırlardan savaş dersleri alarak bilgili ve usta bir asker olarak yetişti. Henüz sekiz yaşlarındayken devlet yönetimiyle ilgilenmeye başladı. On yaşlarında babasıyla birlikte Gürcistan seferine katıldı ve ordugâhta babasını temsil etti. Bizanslıların savunduğu bir kaleyi Nizamülmülk’le birlikte fethetti. Kars/Ani yakınındaki Meryem Nişin Kalesi’nin kuşatılmasında ısrar etti ve kalenin alınmasında önemli rol oynadı. Alpaslan, cesareti, yöneticilikteki yeteneği ve İslam’a bağlılığı ile dikkatleri çeken ve herkesin sevgisini kazanan Melikşah’ı 1066 yılında resmen veliaht ilan ederek, bu arzusunu açıkladı ve her fırsatta etrafına söyleyerek duyurdu. Alpaslan 1072’de şehit edildikten sonra da henüz on yedi yaşında olan Melikşah onun yerine Selçuklu Devleti’nin sultanı oldu. Sultan Melikşah, saltanatının ilk iki yılında iç kavgaları yatıştırmak ve devletin sınırlarını savunmakla geçirdi. Mahir bir yönetici olan Nizamülmülk’ü kendisine geniş yetkiler tanıyarak vezir yaptı. Devleti tehdit eden Karahanlı ve Gaznelilere karşı koydu ve onları mağlup etti. Tahta geçtiği ilk yıllarda amcası Kavurd yönetimi ele geçirmek için isyan etmişti; onu yenerek ülkesinde düzeni sağladı. Bu arada devletteki iç isyandan yararlanan Gazneli ve Karahanlı devletleri birleşerek Selçukluya saldırdılar. Bu iki devleti de yendi ve Karahanlı Devleti bu yenilgiden sonra ikiye ayrıldı. Ardından Doğu Karahanlılar’ı Karahitaylar, Batı Karahanlılar’ı da Herzemşahlar yıktı. Melikşah’ın en büyük ideali, bütün Müslüman devletleri bir bayrak altında toplayarak İslam Birliği’ni kurmaktı. Bu amacını gerçekleştirmek için çalışmaya başladı. Halife Kaim bin Amrülah ile sıkı ilişkiler kurdu. Halife, Melikşah’a “Mu’izze’ddin” ve “Celâlüddevle” unvanları ile birlikte o zamana kadar hiçbir hükümdara verilmemiş olan ve hilafet makamının en büyük yardımcısı anlamına gelen “Kasım Emire’l Mü’minin” sanını verdi. Melikşah devrinde Anadolu’nun fethinin tamamlanması hareketi hızla sürdü. Süleyman Şah’a yaptığı yardımlarla Anadolu bir İslam beldesi durumuna geldi. Onun emriyle Anadolu Selçuklu Devleti kuruldu. Devlet kurumunu ve orduyu düzene sokan Melikşah, fetih hareketlerine babasının bıraktığı yerden devam etti. Kutalmışoğulu Süleyman Şah ve Mansur ile Türkmen reislerinden Artuk Bey, Tutak ve Alp İlig gibi ünlü komutanlar Anadolu’da zaferden zafere koşuyor, önlerine çıkan Bizans ordularını bozguna uğratıyorlardı. Anadoludaki Hristiyan halk, Bizans yönetiminden bunalmıştı. Saray hileleri ve yönetimdeki zayıflık yüzünden Dere-beyleri Anadoluyu kasıp kavuruyorlardı. Sık sık kendilerini imparator ilan ederek merkeze yürüyen komutanların baskısına maruz kalıyorlardı. Bu yüzden kendilerine adaletli davranan, gittikleri yere huzur ve refahı da birlikte götüren Müslümanları sevinçle karşılıyorlardı. Türkmen birlikleri Yeşilırmak, Kelkit ve Çoruh havzalarını ele geçirmiş ve Alaşehir’i alarak Ege kıyılarına kadar uzanmışlardı. Diğer bir kol da Urfa ve Nizip civarında Bizans ordularını yenerek Güney ve Güneydoğu’da fetihler yapmışlardı. Süleyman Şah İznik’i fethetmiş, Üsküdar’a kadar ilerleyerek bütün Boğaziçi’ni kontrol altına almıştı. Kısa zamanda Mardin ve Diyarbekir ile civarındaki otuzdan fazla kale ve kent alındı. Ayrıca Siirt, Bitlis ve Ahlat gibi önemli yerler de alınarak Selçuklu topraklarına katılmıştı. Melikşah döneminde ayrıca; Musul, Kudüs, Dimeşk, Halep, Lazkiye, Gence, Kafkasya, Kars, Oltu, Erzurum (Gürcü kralı tarafından ele geçirilen bu bölgeler 1080’de fethedilmiştir), Trabzon, Azerbaycan, Buhara, Semerkand, Hicaz Bölgesi (Mekke-Medine) ve Yemen. Selçuklu topraklarına katıldı. Büyük Selçukluların 1085’te Diyarbekir ve çevresini ele geçirmelerinin ardından Mervaniler Devleti yıkıldı. Urfa, Menbic ve Halep kalelerinden sonra Antalya’ya inerek Akdeniz’e dayanıldı. Burada elbisesini çıkarıp yere seren ve namaz kılıp Allah’ın yardımına şükreden Sultan Melikşah, denizden aldığı kumları İran’a götürüp babası Alpaslan’ın mezarının üzerine serpti ve “Babacığım, işte sana müjde; henüz bir çocuk olarak bırakmış olduğun oğlun, Allah’ın izniyle dünyayı baştan sona fethetmiştir.” dedi. Melikşah, yirmi yıllık saltanatı süresinde Büyük Selçuklu Devleti’nin topraklarını Kaşgar’dan Boğaziçi’ne, Kafkas’lardan Yemen ve Aden’e kadar genişletmek suretiyle devrin en büyük siyasî gücü durumuna getirdi. Bu koca devlette, Nizamülmülk’ün deyişiyle, adaleti mülkün temeli yapmak başardı ve bu yüzden Melikşah’a “Sultanü’l Âdil” denilmiştir. Saltanatı süresince yenilgi yüzü görmediği için de kendisine “Ebu’l Feth” sanı verilmişti. Ömrünü İslam dini için yararlı işler yapmaya adayan Melikşah her zaman şu şekilde dua etmekteydi: “Ya Rab, eğer İslama ben faydalı olacaksam, bana yardım et, muzaffer kıl. Eğer karşımdaki hasmım faydalı olacaksa, ona yardım et, onu muzaffer kıl.” Melikşah’ın en güçlü vezirlerinden Nizamülmülk 1092’de Hasan Sabbah’a bağlı fedailerce öldürülmüştü. Aynı yıl, yani 20 Kasım 1092’de otuz yedi yaşındayken kimliği belirsiz kişilerce zehirlenerek kendisi öldürüldü. Cenazesi İsfahan’a götürüldü ve kendisinin yaptırdığı medresesinin yanındaki türbede toprağa verildi. Melikşah zamanında, Vezir-i Azam Nizamülmülk’ün de yardımı ve gayreti ile düzenli bir divan (hükumet) teşkilatı ve yarım milyonu bulan düzenli bir biçimde yetiştirilmiş askerlerden kurulu sürekli bir ordu kurulmuştur. Onun döneminde fakirleri, bilim ve sanat insanlarını korumak için devlet bütçesine ödenek koydurulmuştur. Bilginler ve sanatçılar korunmuş, onlara büyük ilgi göstermiş, bilim sahibi kişileri bizzat ziyaret ederek, onların ilmine ve kişiliklerine saygı göstermiştir. Devrinde, İmam-ı Gazali, Kaşgarlı Mahmut, Cürcânî gibi bilginler yetişmiştir. XI. yüzyılın Önasya ve Anadolu topraklarında yaşanan fikri gelişmenin dinginliğe ulaşmasında önemli katkıları olan Nizamiye Medreselerinin fikir öncülüğünü Nizamülmülk yapmış; Selçuklu sultanları da bu düşün gerçekleşmesi için, her yönüyle adeta birbirleriyle yarışmışlardır. Sultan Alpaslan’ın, Selçuklu ülkesinin bu eğitim kurumlarıyla donatılması için gösterdiği gayretlerin yanı sıra, buraların ayakta kalması için kendisine ayrılan has iradın (özel gelir) onda birini vakfettiği görülür. Sultan Melikşah da yaptırdığı medreseler ve kültür kurumlarından başka bu hizmetlere yılda 300.000 dinar (altın) bağışlamıştır. Hatta bu hayırhahlıkta eşine Selçuklu tarihinde az rastlanabilecek bir örnek sergileyen Sultan Sencer de, bilim erbabına yüz binlerce dinar, binlerce atlas elbise, çok sayıda at ve kıymetli eşya bağışında bulunmuştur. Melikşah, bütün Selçuklu topraklarını imar ettirdi ve halkı refaha kavuşturdu. Büyük yerleşim yerlerinde Nizamiye medreselerini kurdurdu. Onun zamanında bilim, kültür, tarım, sanayi ve ticaret çok ilerledi. Veziri Nizamülmülk, onun hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getiriyordu: “Melikşah dindar, alimlere hürmet, zahidlere (dünyaya düşkün olmayanlara) iyilik, fakirlere şefkat ve halka adalet gibi, dünyada kimsenin haiz olmadığı yüksek vasıflara sahip bir cihan hakimdir.” Bilim ve adaletin büyük itibar gördüğü ülkesinde huzur ve refah hakim olmuş, özet olarak, görkemli ve gösterişli bir imparatorluk kurulmuştur.
  6. PlayStation 5’in iç kısımlarını görmek için bir tamirhaneyi beklemenize gerek yok. Sony, PS5'in yakında çıkacak olan oyun konsoluyla ilgili birkaç fikirden fazlasını sağlayan resmî (ve tuhaf bir şekilde rahatlatıcı) bir sökümünü gerçekleştirdi. Birincisi, ayrıntılı bir soğutma sistemine sahip. Her iki taraftan da hava çeken büyük bir 120 mm fan ve şekli ve hava akışı bir buhar odasından beklediğiniz türde bir soğutma sağlayan bir soğutucu var. Hatta “uzun vadeli” soğutma performansı sağlamak için AMD yapımı, sekiz çekirdekli CPU'da termal arayüz malzemesi olarak sıvı metal kullanılmış. Başka bir SSD eklerken fazla sorun yaşamayacağınız da açık ve net. Kıvrımlı beyaz panellerin her ikisi de kolayca çıkar ve PCIe 4.0 tabanlı bir M.2 sürücü takabileceğiniz göze çarpan bir SSD yuvasını ortaya çıkarır. PS5’in ana kartında yerleşik olan 825 GB varsayılan depolama alanının yerini almayı beklemeyin. Ayrıca, iki özel tutucudaki tozu temizlemek için panelleri de çıkarabilirsiniz. PS5 sökümü ayrıca CPU'nun kendisine, 16 GB GDDR6 belleğine ve özel SSD denetleyicisine iyi bir bakış sağlar. 350 W güç kaynağı yerleşiktir, böylece makinenizin arkasında sarkan çirkin bir tuğla olmayacak. Hala gizemli olan arayüzü de dahil olmak üzere PS5 hakkında hala bazı sorular var. Bir üçüncü taraf sökümü daha da ileri giderse şaşırmayız. Ancak, bu sadece tasarımla ilgili birçok sorunuza cevap verebilir. Microsoft gibi, Sony de sadece hızlı değil, sessiz çalışan bir tasarımla ilgileniyordu.
  7. Nizâmülmülk’ün Vefatı Nasıl Gerçekleşmiştir? Uzun süren vezirliği sırasında devlet yönetimine tam anlamıyla hâkim olmasından rahatsız olan bazı devlet adamları Nizamülmülk’ün idarî tasarruflarını, evlât ve kölelerinin önemli mevkileri ele geçirmelerini bahane ederek onu sultana şikâyet ettiler. Sultan Melikşah bu şikâyetler üzerine Nizamülmülk’ü huzuruna çağırıp dinledi. Her defasında onu haklı bularak yetkilerini arttırdı ve şikâyetçileri ağır cezalara çarptırdı. Şikâyetlerden bir sonuç alınamadığını gören Terken Hatun ile veziri Tâcülmülk, Müstevfî Mecdülmülk ile Ârızu’l-ceyş Sedîdülmülk’ün desteğini sağladıktan sonra açıkça Nizamülmülk aleyhine konuşmaya başladılar. Oğlu Mahmud’u veliaht tayin ettirmek isteyen ve bu hususta Nizamülmülk’ü yegâne engel gören Terken Hatun, Nizamülmülk’ü gözden düşürmek için sultanı etkilemeye çalıştı. Nizamülmülk’ün muhalifleri onun evlâdının ve adamlarının devlet içinde devlet haline geldiklerini, halkın bunlardan rahatsız olduğunu bildirip Melikşah ile Nizamülmülk’ün arasını açmaya çalıştılar. Bunun üzerine sultan Nizamülmülk’e haber göndererek yetkilerini aştığını ve hükümdarlıkta ortağı haline geldiğini bildirip kendisini vezirlikten azletmekle tehdit etti. O güne kadar bilgece sözlerle Sultan Melikşah’ı sakinleştiren Nizamülmülk bu defa sert bir üslûpla, yaptığı iyilikleri ve idarî hizmetleri sultana hatırlatıp kendisini vezirlikten azlettiği takdirde tacının ve devletinin yok olacağını söyledi. Melikşah bu gerginliğe rağmen onu görevden almadı. Bu olayın ardından Sultan Melikşah Nizamülmülk, Terken Hatun, Tâcülmülk ve diğer devlet adamlarıyla birlikte İsfahan’dan Bağdat’a hareket etti. Nihâvend yakınlarındaki Sehne (Suhne) adlı köyde konakladıkları sırada Nizamülmülk, Ebû Tâhir-i Errânî isimli bir bâtınî fedaisi tarafından öldürüldü (14 Ekim 1092). Cenazesi İsfahan’a götürülerek buradaki türbesine defnedildi. Katili bu cinayete azmettirenler arasında Melikşah’ın, Terken Hatun’un ve Hasan Sabbah’ın bulunduğu rivayet edilir. Ancak bazı kaynaklarda Melikşah’ın Nizamülmülk’ün katlinden dolayı çok büyük üzüntü duyduğu ve yemin ederek olayla ilgili olmadığını belirttiği kaydedilmiştir.
  8. Sultan Alpaslan dönenimde başlayan vezirliği Sultan Melikşah dönemine kadar devam eden Nizâmülmülk Kimdir? Büyük Selçuklu Devleti’nin askeri teşkilatlanmasını ve siyasi istikrarını sağlayan Nizamülmülk, pek çok savaşın kazanılmasını ve pek çok isyanın bastırılmasını sağlamıştır. Orduyu Orta Çağ’ın en güçlü ordusu haline getiren Nizamülmülk, İslam dünyasının en başarılı devlet adamlarından biri sayılırdı. Hasan Sabbah ve fedaileriyle mücadele etmiş; kurucusu olduğu Nizamiye Medreseleri ile ilmin gelişmesini sağlamış ve kaleme aldığı Siyasetname ile gelecek nesillere büyük bir miras bırakmıştı. Peki, Nizamülmülk kimdir? Nizamülmülk nasıl vefat etmiştir? Büyük Selçuklu Devleti’nin Veziri: Nizâmülmülk Kimdir? Nizâmülmülk, 10 Nisan 1018’de (21 Zilkade 408’de) Horasan’ın Tûs şehrine bağlı Râdkân köyünde doğmuştur.Tam adı EbuAliel-Hasan et-Tusî Nizamülmülk olup, Doğu tarihlerinin üzerinde önemle durduğu en büyük devlet adamlarından birisidir. Nizamülmülk; devletin düzeni, düzenleyicisi anlamındadır. Zamanının ünlü hocalarından ders alarak yetişti. Sonraki yıllarda adil bir Vezir-i Âzam (Başbakan) olmakla kalmamış, üniversiteler kurarak bilimin ülkesinde yerleşip yayılması için de çalışmıştır. Büyük sanatkâr ve bilginleri korumuş, değerli eserler yazmış ve hükümdarlara en doğru yolu göstermiştir. Bütün bu özelliklerinden dolayı ona “Memleketin nizamlarının kurucusu” anlamına gelen Nizamülmülk adı verildi. Devlet hizmetindeki yaşamı, babası ile birlikte Gazne Devleti’nin Horasan Valisi Ebü’l-Fazıl Es-Suri’nin hizmetinde görev alarak başladı. Daha sonra yeni kurulmakta olan Selçuklu Devleti’nin hizmetine girerek Davut Bin Mikâil’in, Alpaslan’ın, Melikşah’ın baş vezirliğini ve danışmanlığını yaptı. Onun üstün yeteneklerinden dolayı her hükümdar kendisini daha sonraki hükümdara öneriyordu. Dandanakan Savaşı’ndan (1040) bir süre sonra Selçuklu Sultanı Alpaslan’ın Belh valisi olan Ali bin Şadan’ın maiyetine girerek, vilâyet işlerinin yürütmekle görevlendirildi. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in ölümünden sonra Alpaslan ile kardeşi Süleyman Bey arasındaki taht mücadelesi sırasında yerinde görüş ve önlemleriyle dikkatleri çekti. 1063 yılında Alpaslan’ın yanında hizmete başladı. Alpaslan sultan olunca 1064 yılında Selçuklu Devleti’ne vezir (bakan) olarak atandı. Zamanın halifesi Kâim bin Emrillah tarafından Nizâmülmülk unvanı ile taltif edildikten sonra bu unvanıyla tanındı. Nizâmülmülk, vezir olduğu 1064’ten, şehit edildiği 1092 yılına kadar aralıksız yirmi dokuz yıl Büyük Selçuklu Devleti’ne, tam bir dirayet ve adaletle hizmet etti. Görevli olduğu için katılamadığı Malazgirt Meydan Savaşı dışındaki bütün Selçuklu fetihlerinde bulundu. Sultan Alpaslan’ın ölümünden sonra veliaht Melikşah’ın tahta geçmesini sağlayıp, düzen ve asayişin korunmasında başarılı oldu. Sultan Melikşah’a muhalefet eden ya da başkaldıran Selçuklu prenslerinin disiplin altına alınmasında büyük hizmetleri geçti. Sultan Melikşah, devletin yönetiminde ona çok büyük ve geniş yetkiler vermişti. Nizâmülmülk’ün akıllı, tedbirli ve adaletli yönetimi sayesinde de, Melikşâh’ın saltanatının, aynı zamanda Büyük Selçuklu Devleti’nin de en parlak ve en şanlı dönemi olmuştur. Nizâmülmülk, âlim, edip ve kadirşinas bir kişi olduğu için onun meclisleri; bilim ve sanat adamlarının toplandığı bir yer durumuna gelirdi. Abbasi halifesi de kendisine saygı gösterir, meclisinde bulunurdu. Âlimlere, şairlere, sanatkarlara karşı çok ikramda, ihsanda bulunur ve iltifat ederdi. Kendisi de birçok cami, mescit, vakıf eserleri yaptırmıştır. Büyük Selçuklu Devleti’ne; idarî, adlî, askerî, ekonomik, toplumsal ve kültürel alanlarda çokça yenilik ve değişiklikler getirdi. Sarayı, merkezî hükümeti, İslâmî kurallara dayalı mahkemeleri, toprak sistemini sağlam kurallar üzerine oturtarak yeniden düzenledi. Gerçekleştirdiği yeni sistemler ve kimi değişiklikler, onun dönemi ile sonrasında bütün Türk-İslâm devletlerinde uygulanmaya devam etti. Onun zamanında yayılmaya ve kuvvetlenmeye çalışan muhalif gruplara karşı, Ehl-i sünnet (Hz. Peygamber’in uygulamalarına uygun hareket edenler) bilgilerinin kurallı bir biçimde öğretilmesi sağlandı. Bunun için Bağdat, Belh, Nişabur, Herat, İsfahan, Basra ve Musul gibi değişik yerlerde, kendi unvanı ile anılan Nizamiye Medreseleri’ni kurdurdu. Onuncu yüzyılda Ehl-i sünnete muhalif hareketlerin giderek yaygınlaşması nedeniyle İslâm dünyasında ortaya çıkan karışıklıkların giderilmesinde bu medreselerinin çok büyük yararı oldu. Nizâmülmülk’ün Selçuk Devleti’nin kuruluşunda ve gelişmesinde, sağlam bir devlet olarak düzenlenmesinde büyük rolü vardır. Bütün düzenleme ve değişiklikleri ciddi bir içimde inceleyen, devlet yönetiminde kendi görüşlerini, çalışmalarını ve bunların gerekçelerini gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla Farsça olarak yazdığı “Siyeru’l-mülk” (Siyasetname, 1087-92) adlı eseri, bugün bile siyaset bilimiyle uğraşanların el kitapları arasındadır. “Siyasetname”de Türk-İslâm devletlerinin yönetsel, malî, siyasî, askerî, toplumsal ve kültürel yönlerini incelemektedir. Memleketimizde de yayımlanan “Siyasetname” adlı bu değerli eserde, hükümdarlara ve devlet adamlarına birçok örnek vererek yol göstermekte, devlet yönetiminin çeşitli yönlerini incelemektedir. Ona göre; hiçbir hükümdar ya da ferman sahibi kimse bu eseri okumaktan kendisini uzak tutamaz. Bir hükümdarın halkına vereceği en büyük ihsan adalettir. Halk adaletle yönetimden memnun olursa, o memleket yaşar ve her gün kudret ve güç kazanır. Bir memleket zulüm ile yaşayamaz. Hükümdar, zulüm görmüş olanların şikayetlerini bizzat dinlemeli, zalimden hakkı alıp zulüm görene vermelidir. Eserin tam ve eksiz olan doğru metni, İstanbul’da Süleymaniye Kütüphanesi Molla Çelebi Bölümü’ndedir. Bu eser ayrıca birçok dille çevrilerek yayınlanmıştır. Nizamülmülk’e göre; din ve padişahlık kardeş gibidirler. Memlekette ne zaman bir karışıklık olsa, dinde de bozukluk olur; kötü din sahipleri baş gösterirler. Ne zaman ki din bozulur, memleket de karışır, fesatçılar kuvvetlenirler, padişahı güçsüz bırakırlar. Memlekette olup biteni bilmek padişahın görevidir. Yoksa gaflete ve zulme kalkışırlar. Eğer padişah bunu biliyor da çaresine bakmıyorsa, tıpkı onlar gibi zalimdir ve eğer bilmiyorsa gaflete düşmüştür; tembel ve cahildir. Bir hükümdarın halkına vereceği en büyük ihsan adalettir. Hiçbir memleket zulüm ile yaşayamaz. Nizamülmülk aynı zamanda şair olduğu gibi Ömer Hayyam gibi şair ve bilginleri korurdu. Nizamülmülk; “ikta” (devlete ait olan toprakların vergilerinin ya da gelirlerinin bir devlet görevlisine hizmet ve maaşlarına karşılık verilmesi) sisteminin kurucusudur. Öğrencilere sağlanan yurt ve burs hizmetlerini bulan kişidir. Türk devletlerinde ilk kez gelir-gider raporlarını hazırlatan yöneticidir. Dünyadaki ilk istihbarat teşkilatının kurucusudur. Türklerin devlet yapısına kattığı yeniliklerle, bir cihan imparatorluğu durumuna gelen Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulmasına da yol açanlardan biri olmuştur. Dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük devlet adamlarından biri olarak kabul edilir. Wladimir Bartol’un “Fedailerin Kalesi Alamut” adlı romanına göre; dilekçe vermek bahanesiyle ve kendisini el-Gazali’nin öğrencisi olarak tanıtarak yanına çıkan, adı İbn-i Tahir olan Alamut fedaisi bir Haşhaşi tarafından ucunda zehir olan bir hançerle 1096 yılında hançerlenerek öldürüldü, İsfahan’daki türbesine gömüldü. Ölümünden sonrası için devlet yönetimi konusunda önerilerini içeren “Vasiyetnâme” adlı bir eser de ona mal edilir. Kaynakça: Osman Turan / Selçuk­lular Zamanında Türkiye (1971), Mehmet Altay Köymen / Nizâmül-Mülk-Siyasetnâme (haz., 1982), Ali Sevim / Biyografilerle Selçuklular Tarihi (1982), Büyük Larousse Ansiklopedisi (s. 8689, 1986), Erdoğan Merçil / Selçuklu Devletleri Tarihi: Siyaset – Teşkilât ve Kültür (1995), Wladimir Bartol / Fedailerin Kalesi Alamut (1998), Fazlı Konuş / Selçuklular Bibliyografyası (2006), İhsan Işık / Ünlü Fikir ve Kültür Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, c. 3, 2013) – Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2017).
  9. Vatandaşlığı, uyruğu ve etnisitesi Tarih anlatıcıları ve Nietzsche üzerine çalışmalar yapmış akademisyenler, Nietzsche’yi gerek kültürel geçmişinden, gerekse kullandığı dilden dolayı “Alman bir filozof” olarak tanımlamışlardır. Diğerleri ise onu belirli bir milli kimlikle etiketlememişlerdir. Nietzsche, Almanya birleşerek millî devlet haline gelmeden önce, o zaman Alman Konfederasyonuna dâhil bir bölge olan Prusya’da, Prusya vatandaşlığı ile doğdu. Doğduğu yer olan Röcken, bugünkü Almanya’nın Saxony-Anhalt eyaletindedir. Basel’deki görevini kabul ettiği zaman Prusya vatandaşlığının iptali için devlete başvurdu.Vatandaşlığının iptalinin 17 Nisan 1879 tarihine ait resmi onay belgesi geldi ve Nietzsche, o tarihten sonra hayatının sonuna kadar resmi olarak devletsiz yaşadı. Nietzsche, atalarının Leh olduğuna inanıyordu. Hayatının sonlarına doğru bu hikâyeye iyice adapte olmuştu. 1888’de, “Atalarım Leh asilzadeleriydi (Nietzky); bu karakterin, üç jenerasyondur var olan Alman annelere rağmen iyi korunduğu görülmekte,” diye yazmış ve daha sonra Leh kimliğiyle ilgili olarak daha kararlı bir tavır sergilemiştir: “Ben kanında bir damla bile kötü kan olmayan, safkan bir Leh asilzadesiyim, kesinlikle Alman kanına sahip değilim”. Bir başka yazısında, “Alman milleti, yalnızca damarlarında oldukça fazla Leh kanı olduğu için yüce bir millettir […] Leh soyundan geldiğim için gurur duyuyorum.” yazmaktadır. Nietzsche, isminin Almanlaştırılmış olabileceğini düşünüyordu. Bir mektubunda, “Kanımın kökenini ve ismimi, Leh asilzadelerine atfediyorum; onlar ki Niëtzky diye anılmış, yaklaşık 100 yıl önce evlerini ve asilliklerini bırakmış, ve en sonunda dayanılmaz derecedeki baskıya boyun eğerek Protestan olmuşlardır.” demiştir. Birçok akademisyen, Nietzsche’nin ailesinin kökeni konusunda tartışmışlardır. Hans von Müller, Nietzsche’nin kız kardeşinin öne sürdüğü ve asil Leh kalıtımını doğrulayan soyağacını ortaya çıkardı. Weimar’daki Nietzsche Arşivinin müdürü Max Oehler, Nietzsche’nin, eşlerinin aileleri dâhil bütün atalarının Alman isimleri taşıdığını savunmuş ve Nietzsche’nin eski bir Alman Lutherci ruhban soyundan geldiğini iddia etmiştir. Günümüzdeki araştırmacılar da Nietzsche’nin Leh soyundan geldiği iddialarının “safkan uydurması” olduğunu düşünüyorlar. Nietzsche’nin toplu mektuplarının yayımcıları olan Colli ve Montinari, Nietzsche’nin bu iddialarının “hatalı ve temelsiz düşünceler” olduğunu açıklamışlardır. Nietzsche ismi bir Leh ismi değildir, fakat Almanya’nın orta bölgelerinde bu isim ve benzerleri (Nitsche ve Nitzke gibi) son derece yaygın bir şekilde mevcuttur. Bu isim, bir ilk ad olan Nikolaus’tan kısaltılmış hali olan Nick’e, daha sonra Slavik dillerle asimile olmuş hali Nitz, daha sonra da sırayla Nitsche ve Nietzsche olmuştur. Nietzsche’nin kendisini Leh soyluluğuna sahip olduğunu düşündürmek isteme sebebi bilinmemektedir. Biyografi yazarı R. J. Hollingdale’e göre Nietzsche’nin Leh soyundan geldiği propagandasının sebebi daha sonraki dönemlerinde kendi içinde “Almanya’ya karşı verdiği savaş”ın bir parçası olabilirdi. Eserleri Ana madde: Friedrich Nietzsche kaynak dizini Ayrıca bakınız: Friedrich Nietzsche hakkında yazılan eserler listesi Die Geburt der Tragödie aus dem Geiste der Musik Tragedyanın Doğuşu (1872) Über Wahrheit und Lüge im außermoralischen Sinn Ahlâksal Olmayan Duygulardaki Gerçekler ve Yalanlar Üzerine (1873) yayımlanmamış Die Philosophie im tragischen Zeitalter der Griechen Yunanların Trajik Çağında Felsefe (1873) yayımlanmamış Unzeitgemässe Betrachtungen Zamansız Düşünceler (1873–1876) Menschliches, Allzumenschliches İnsanca, Pek İnsanca (1878–1879) Morgenröte. Gedanken über die moralischen Vorurteile Tan Kızıllığı (1881) Idyllen aus Messina Messina’dan İdiller (1882) Die fröhliche Wissenschaft Şen Bilim (1882–1887) Also sprach Zarathustra Böyle Buyurdu Zerdüşt (1883–1885) Jenseits von Gut und Böse İyinin ve Kötünün Ötesinde (1886) Zur Genealogie der Moral Ahlâkın Soykütüğü Üzerine (1887) Der Fall Wagner Wagner Olayı (1888) Götzen-Dämmerung, oder, Wie man mit dem Hammer philosophiert Putların Alacakaranlığı (1888) Dionysos-Dithyramben (1888) Der Antichrist (1888) Ecce Homo (1888) Nietzsche Wagner’e Karşı (1888) Der Wille zur Macht Güç İstenci (el yazması)(1901) ölümünden sonra yayımlanmış Nietzsche’nin kütüphanesi Ana madde: Nietzsche’nin Kütüphanesi
  10. Zihinsel çöküşü ve ölümü (1889–1900) Çöküşünü yaşadığı rivayet edilen yer olan Piazza Carlo Alberto’un karşısından göründüğü şekliyle, Nietzsche’nin Torino’dayken kaldığı ev (arka planda sağda). Solda Palazzo Carignano’nun arka cephesi görülüyor. Nietzsche, 3 Ocak 1889’da zihinsel bir çöküş yaşadı. Torino sokaklarında toplumsal kargaşa çıkardığı için etraftaki iki polis onun yanına geldi. Gerçekte orada tam olarak ne olduğu bilinmiyor fakat Nietzsche’nin ölümünden sonra ortaya çıkan hikâyeler, Nietzsche’nin Piazza Carlo Alberto çıkışında bir atın kırbaçlanmasını görmesi üzerine atı korumak için ona koşup boynunda sarıldığı ve sonra yere yığıldığı üzerinedir. Bunu takip eden günlerde Nietzsche, Wahnbriefe (“Delilik Mektupları”) olarak bilinen kısa yazıları yazıp birkaç arkadaşına (Cosima Wagner ve Jacob Burckhardt da dâhil) gönderdi. Yazıların çoğu “Dionysos” olarak imzalanmıştı. Eski arkadaşı Burckhardt’a şöyle yazmıştı: “Caiaphas’ı zincirlere vurdum. Ayrıca geçen yıl Alman doktorlar tarafından çok bitkin bir halde çarmıha gerildim. Wilhelm, Bismarck ve tüm antisemitistler ortadan kaldırıldı.” Ayrıca Alman imparatoruna, vurulup Avrupa güçlerini Almanya’ya karşı askeri harekete geçmeye çağırmak için Roma’ya gitmesini komuta etmişti. 6 Ocak 1889’da Burckhardt, Nietzsche’den aldığı mektubu Overbeck’e gösterdi. Bir sonraki gün Overbeck benzer bir mektup daha aldı ve arkadaşlarının Nietzsche’yi Basel’e geri götürmeleri gerektiğine karar verdi. Overbeck Torino’ya gidip Nietzsche’yi Basel’de bir psikiyatri kliniğine getirdi. İşte o zaman Nietzsche’nin tamamen, ciddi bir zihinsel hastalığın pençelerine kapılmış olduğu anlaşıldı ve bunun üzerine annesi Franziska, onu Otto Binswanger’ın yönetiminde Jena’daki bir kliniği naklettirmeye karar verdi. 1889 kasımından 1890 şubatına kadar, sanat tarihçisi Julius Langbehn, doktorların yöntemlerinin Nietzsche’nin durumunu düzeltmede yetersiz kaldığını ileri sürerek Nietzsche’yi kendisi tedavi etmeye çalıştı. Langbehn’in Nietzsche üzerindeki kontrolü, tedaviyi gizlilik içinde sürdürmesinin kendine olan güvenin sarsılmasına kadar artarak devam etti. 1890 martında Franziska, Nietzsche’yi klinikten aldırdı ve 1890 mayısında onu Naumburg’daki kendi evine götürdü. Bu süreçte Overbeck ve Gast, Nietzsche’nin yayımlanmamış eserlerine ne yapılacağı konusuna kafa yoruyordu. 1889 ocağında, o anda basılmış ve ciltlenmiş olan Putların Alacakaranlığı’nın planlanmış bir yayımıyla ilerlediler. Şubatta Nietzsche Wagner’e Karşı`nın elli kopyalık özel basımını sipariş ettiler, ama yayımcı C. G. Naumann gizlice yüz tane bastı. Overbeck ve Gast, Deccal ile Ecce Homo`nun yayımını, daha radikal içerik taşıdıkları gerekçesiyle alıkoymaya karar verdi. Nietzsche algısı ve tanınması, ilk dalgasını atlatmıştı. 1893’te Nietzsche’nin kız kardeşi Elisabeth, kocasının intiharının ardından Nueva Germania’dan döndü. Nietzsche’nin yapıtlarını okuyup inceledi ve yayım işlerini tek tek kendi kontrolüne aldı. Overbeck, nihayetinde görev dışı kalmıştı. Gast da sonunda işbirliğine girdi. Franziska’nın 1897’deki ölümünden sonra Nietzsche, Elisabeth’in bakımındaki ve Rudolf Steiner (1895’te, Nietzsche’yi öven ilk kitaplardan birini yazan kişi) dâhil kendisini görmeye gelen ziyaretçilerin olduğu Weimar’da yaşadı. Elisabeth bir ara öyle ileri gitti ki Steiner’ı, kardeşinin felsefesini anlamakta kendisine yardım edecek bir danışman olarak işe almak istedi. Steiner hemen birkaç ay sonra Elisabeth’e felsefe konusunda herhangi bir şey öğretmenin imkânsız olduğunu söyleyerek bu girişime engel oldu. Peter Gast, Nietzsche’nin çöküşünden sonra yazılarını “düzeltecekti” ve onayı olmadan da öyle yaptı; bu hareketi modern bilimciler tarafından şiddetle eleştirilmektedir.[kaynak belirtilmeli] Nietzsche’nin zihinsel hastalık kökeninin teşhisi, o zamanın medikal paradigması olan üçüncü devre sifilis olarak kondu. Birçok yorumcu hastalığın felsefesine bir etkisi olmadığını söylese de Georges Bataille, bu konuda karanlık ipuçları bırakmış ve René Girard’ın postmodern psikanalizi Nietzsche’de Richard Wagner ile arasında bir rekabet saptamıştır.[46] Sifilis teşhisi sorgulanmış ve Schain’in çalışmasından önce Cybulska tarafından vasküler bunamayı takiben periyodik psikozlu manik depresiflik ortaya atılmıştır. Leonard Sax, tıbbi kanıtları inceledikten sonra bunun sifilis değil, sağ taraflı retroorbital beyin zarı tümörü (menenjiyom) olduğuna hükmetmiştir ve Nietzsche’nin bunamasının en akla yatkın açıklaması bu olmuştur. Orth ve Trimble ise frontotemperal demans teşhisini koymuştur. Diğer birkaç kişi ise CADASIL adlı bir sendrom ileri sürmüştür. 1898 ve 1899’da Nietzsche, en az iki kere daha inme geçirerek konuşamaz ve yürüyemez hâle gelecek şekilde felç kaldı. 1900 ağustosunun ortalarında zatürreye yakalandıktan sonra 24-25 Ağustos gecesi bir başka inme geçirdi ve 25 Ağustos öğlesinde öldü. Elisabeth, onu Röcken bei Lützen’deki kilisede babasının yanına defnettirdi. Arkadaşı Gast, cenaze konuşmasında “Kutsal olsun adın tüm kuşaklar için!” dedi. Nietzsche, Ecce Homo`da (cenaze yapıldığı zamanda hala yayımlanmamıştı) bir gün adının “kutsal” olarak anılmasından nasıl korktuğunu yazmıştı. Elisabeth Förster-Nietzsche, Nietzsche’nin yayımlanmamış notlarından “Güç İstenci”ni derledi ve yayımladı. Elisabeth, Nietzsche’nin daha önceki taslaklarını kendi isteğince birleştirdiği ve bu materyalle büyük imtiyaz sahibi olduğu için, ortak görüşe göre bu kitap Nietzsche’nin niyetini yansıtmamaktadır. (Örneğin Elisabeth, Nietzsche’nin Deccal’inde İncil’den bir pasajı aynen yazdığı 35. aforizmayı kaldırmıştır.) Gerçekten de Nietzsche’nin “Nachlass”ının yayımcısı Mazzino Montinari, bu yapılanı bir tahrifat olarak adlandırmaktadır.[50]
  11. Mezuniyet sonrası ilk yılları 1864’te mezuniyetinden sonra Bonn Üniversitesinde teoloji ve klasik filoloji alanında çalışmalara başladı. Nietzsche ve Deussen, kısa süreliğine Burschenschaft Frankoniaya üye oldular. Nietzsche, bir sömestr sonra (ve annesine olan öfkesi üzerine) teolojik çalışmalarını durdurdu ve inancını kaybetti.[13] Daha 1862 yılında, yazdığı “Yazgı ve Tarih” adlı denemesinde tarihi araştırmaların Hristiyanlığın temel öğretilerini geçersiz kıldığını öne sürüyordu, ancak David Strauss’un “İsa’nın Hayatı” adlı eseri de bu genç adamı derinden etkilemişe benziyor. 1865 yılında 20’sindeyken, çok dindar biri olan kız kardeşi Elisabeth’e inancını kaybetmesiyle ilgili bir mektup yazdı. Mektup, şu cümleyle bitiyordu: “Sonuç olarak insanların yolu ikiye ayrılıyor: huzur ve zevk diye didinip durmak istiyorsan, inan; hakikatin tutkunu olmak istiyorsan, sorgula…” Schopenhauer’ın felsefesi Nietzsche’yi 1865’ten üretken hayatının sonuna kadar fazlasıyla etkilemiştir. Bunların ardından Nietzsche, sayesinde gelecek yıl Leipzig Üniversitesine yöneleceği Friedrich Wilhelm Ritschl’in denetiminde filoloji çalışmaya yoğunlaştı. Orada akranı bir öğrenci olan Erwin Rohde ile yakın arkadaş oldu. Nietzsche’nin ilk filolojik yayımları bundan kısa süre sonra ortaya çıktı. 1865 yılında Arthur Schopenhauer’ın eserlerini enikonu inceledi. Felsefi ilgisinin uyanışını Schopenhauer’ın İstenç ve Tasarım Olarak Dünya’sına borçluydu ve daha sonra Schopenhauer’ın saygı duyduğu birkaç düşünürden biri olduğunu Çağa Aykırı Düşünceler’deki Eğitimci Olarak Schopenhauer adlı denemesinde kabul etti. 1866 yılında, Friedrich Albert Lange’ın Materyalizmin Tarihi’ni adlı eserini okudu. Lange’ın anti-materyalist Kant felsefesini betimleyişi, Avrupa materyalizminin doğuşu, Avrupa’nın bilimle artan yakınlığı, Charles Darwin’in evrim teorisi ve gelenek ile otoritelere karşı genel bir ayaklanma, Nietzsche’de büyük ilgi uyandırdı. Bu kültürel çevre, onu ufuklarını filolojiden öteye taşıyarak felsefi çalışmalarına devam etmeye teşvik etti. 1867’de Nietzsche Naumburg’daki Prusya ağır silah bölüğünde bir yıllık gönüllü hizmete kaydoldu. Akranı acemi erler arasında en iyi binicilerden biri olarak görülüyordu ve subayları, Nietzsche’nin kısa sürede yüzbaşı rütbesine ulaşacağını öngörüyordu. Ne var ki 1868 martında, atının eyerine atlarken Nietzsche’nin göğsü eyer kaşına çarptı ve sol yanında iki kası aylarca yürüyememesine sebebiyet verecek şekilde yırtıldı. Bunun sonucunda Nietzsche, ilgisini çalışmalarını yeniden tamamlamaya ve Richard Wagner ile o yıldan sonra ilk kez görüşmeye çevirdi. Kısmen Ritschl’in desteğiyle Nietzsche, İsviçre’de Basel Üniversitesi’nde klasik filoloji profesörlüğü gibi hatırı sayılır bir teklif aldı. Henüz 24 yaşındaydı ve ne doktorasını tamamlamış, ne de öğretim sertifikası almıştı. Teklif tam da filolojiyi bırakmayı düşündüğü zamanda gelmiş olsa da, teklifi kabul etti./ O gün bugündür, Nietzsche hâlâ Klasik Bilimi alanında en genç yaşta profesör olmuş insanlar arasındadır. Basel’e taşınmadan önce Prusya vatandaşlığını bırakmış, hayatının geri kalanını resmi olarak devletsiz yaşamıştır. Bununla birlikte, Fransa-Prusya Savaşında, Prusya güçleri arasında sıhhiye eri olarak hizmet verdi. Askeriyede geçirdiği kısa zamanında çok şey deneyimledi ve savaşın sarsıcı etkilerine tanıklık etti. Ayrıca difteri ve dizanteriye yakalandı. Walter Kaufmann, Nietzsche’nin o zaman diğer enfeksiyonlarla birlikte sifilis hastalığına da yakalandığı öngörüsünde bulunmaktadır. Nietzsche, 1870’te Basel’e dönüşünde Alman İmparatorluğunun kuruluşunu ve Otto von Bismarck’ın takiben belirlediği politikaları bir yabancı gözüyle ve dehalarına büyük bir kuşkuculukla gözlemledi. Üniversitedeki açılış konferansı Homeros ve Klasik Filoloji oldu. Nietzsche ayrıca, hayatı boyunca dostu olarak kalacak olan teoloji profesörü Franz Overbeck ile tanıştı. 1873’teki Düşünce ve Gerçeklik eserinin sahibi olan az tanınmış Rus filozof Afrikalı Spir ve Nietzsche’nin derslerine sıklıkla katıldığı ünlü bir tarihçi olan arkadaşı Jacob Burckhardt, bu sürede Nietzsche üzerinde belirgin etkiler göstermeye başladı Nietzsche 1868’de Richard Wagner’le ve daha sonra Wagner’in eşi Cosima ile Leipzig’de tanışmıştı. İkisine de büyük hayranlık duydu ve Basel’deki geçirdiği zamanı boyunca Wagnerlerin Luzern’de Tribschen’deki evini sıkça ziyaret etti. Wagnerler Nietzsche’yi en samimi çevrelerine aldılar ve Beyrut Festivalinin başlangıcına gösterdiği ilgiden memnun kaldılar. 1870’te Nietzsche, Trajik Düşüncenin Başlangıcının el yazmasını Cosima’ya doğum günü armağanı olarak verdi. 1872’deyse ilk kitabı olan Trajedinin Doğuşu`nu yayımladı. Ancak bu alandaki arkadaşları -Ritschl de dâhil- Nietzsche’nin daha kuramsal bir yaklaşım adına klasik filolojik yöntemden kaçındığı bu çalışmaya pek az ilgi gösterdi. Polemiği Filolojinin Geleceği`nde, Ulrich von Wilamowitz-Moellendorff kitabın algısına gölge düşürdü ve kitabın adını kötüledi. Karşılık olarak Rohde (artık Kiel’de profesördü) ve Wagner, Nietzsche’yi savunmaya geçti. Nietzsche, filolojik topluluğun arasında duyduğu yalıtılmışlığını özgürce dile getirdi ve Basel’de felsefe alanında bir pozisyona atanmayı denediyse de başarılı olamadı. 1873 ile 1876 yılları arasında dört ayrı uzun deneme yayımladı: “David Strauss: İtirafçı ve Yazar”, “Tarihin Yararı ve Yararsızlığı Üzerine”, “Eğitimci Olarak Schopenhauer” ve “Richard Wagner Beyrut’ta”. Dört yazı sonraları Çağa Aykırı Düşünceler başlığıyla derlenmiş basımda yer aldı. Bu dört yazı, Schopenhauer ve Wagner’in önerdiği yollardan gelişmekte olan Alman kültürüne meydan okuyan bir kültürel eleştiri yönelimi taşıyordu. Nietzsche 1873’te, ölümünden sonra “Yunanların Trajik Çağında Felsefe” adıyla yayımlanacak olan notlarını da biriktirmeye başladı. Bu süreçte Nietzsche, Wagnerlerin çevresinde Malwida von Meysenbug ve Hans von Bülow ile tanıştı ve 1876’da Nietzsche’nin erken dönem yazılarındaki pesimizmi bırakmasında etkili olan Paul Rée ile dostluk kurmaya başladı. Ancak Nietzsche, gösterilerin bayağılığı ve toplumun rezilliğinden tiksindiği 1876 Beyrut Festivali yüzünden derin bir düş kırıklığı yaşadı. Ayrıca Wagner’in, Nietzsche’nin karşıtlık duyduğu “Alman kültürüne” taraf olmasının yanı sıra Alman halkının arasında ününü kutlaması yüzünden yabancılaştı. Bütün bunlar Nietzsche’nin Wagner’den kendini uzaklaştırmasına neden oldu. 1878’de İnsanca, Pek İnsanca`nın (yelpazesi metafizikten ahlâka, dinden cinsiyet bilimine kadar genişlikte olan bir aforizma kitabı) yayımlanmasıyla Nietzsche’nin eserlerindeki Afrikalı Spir’in Düşünce ve Gerçeklik`ten yüksek derecede etkilenmiş ve Wagner ile Schopenhauer’ın pesimist felsefesine tepki gösteren yeni tarzı belirginleşti. Nietzsche, Deussen ve Rohde ile olan dostluğundan da soğudu. 1879’da sağlığındaki önemli bozulmadan sonra Basel’deki pozisyonundan istifa etmek zorunda kaldı. (Çocukluğundan beri, onu neredeyse yarı yarıya kör bırakan uzağı görememe anları, migren ağrıları ve şiddetli hazımsızlıklar dâhil, sağlığını aksatan çeşitli hastalıklar ona dert olmuştu. 1868’deki binicilik kazası ve 1870’teki hastalıkları, Basel’deki yılları boyunca onu, günlük işini yerine getiremeyecek halde bırakıncaya kadar her seferinde daha uzun tatillere çıkmaya zorlayarak zarar vermeyi sürdüren bu durumu alevlendirmiş olabilir.) Basel’den aldığı emekli maaşıyla geçinen Nietzsche, sağlığına yararlı olan iklimleri bulmak için sık sık yolculuk etti ve 1889’a kadar farklı şehirlerde bağımsız bir yazar olarak yaşadı. Birçok yazını İsviçre’de St. Moritz yakınlarındaki Sils Maria’da geçirdi. Kışlarını İtalyan şehirleri Cenova, Rapallo ile Torino’da ve Fransız şehri Nice’te geçirdi. 1881’de Fransa Tunus’u işgal ettiğinde Avrupa’yı dışarıdan görmek için Tunus şehrine seyahat etmeyi planladı, ancak daha sonra, muhtemelen sağlık sorunları nedeniyle bu fikirden vazgeçti. Nietzsche Naumburg’a arada sırada ailesini ziyaret etmek için döndü ve özellikle bu zamanlarda kız kardeşiyle tekrarlanan çatışma ve barışma dönemleri yaşadı. Cenova’dayken Nietzsche’nin görme yeteneğindeki zayıflık, yazmaya devam edebilmek için daktilo kullanmayı keşfetmesini sağladı. Çağdaş bir daktilo aygıtı olan Hansen Yazma Topu’nu kullanmayı denediği biliniyor. En sonunda, eski bir öğrencisi olan Peter Gast, Nietzsche’nin bir çeşit özel sekreteri oldu. Gast, 1876’da Beyrut’ta Richard Wagner ile Nietzsche’nin darmadağın ve neredeyse okunaksız el yazısını ilk kez transkribe etti. Bundan sonra Nietzsche’nin neredeyse bütün eserlerinin galede yazım denetlemelerini o yaptı. 23 Şubat 1880’de en az bir tatilinde, genellikle parasız olan Gast, ortak arkadaşları Paul Rée’den 200 mark destek gördü. Gast, Nietzsche’nin kendisini eleştirmesine izin verdiği az sayıda arkadaşlarından biriydi. Zerdüşt`e büyük coşkuyla cevaben Gast, “lüzumsuz” olarak tanımlanan kişilerin aslında oldukça gerekli olduğuna dikkat çekmeyi gerekli buldu. Örneğin, Epikuros’un keçi peynirinden oluşan yemeğini bile sağlamaları için kaç insana güvenmek zorunda kaldığını sıraladı. Gast ve Overbeck, Nietzsche’nin hayatının sonuna dek sadık dostları olarak kaldılar. Malwida von Meysenbug, Wagner çevresinin dışından da olsa anaç bir koruyucu gibi davrandı. Kısa süre sonra Nietzsche, müzik eleştirmeni Carl Fuchs ile irtibat kurdu. Nietzsche en üretken döneminin eşiğinde duruyordu. 1878’de İnsanca, Pek İnsanca ile başlamak üzere, 1888’e kadar her yıl bir kitabı veya kitabın büyük bir kısmını yayımlayacaktı; yazdığı son yıl olan 1888’te ise beş kitap tamamladı. 1882’de Şen Bilim’in ilk kısmını yayımladı. Ayrıca bu yılda Malwida von Meysenbug ve Paul Rée aracılığıyla Lou Andreas Salomé[30] ile tanıştı. Nietzsche ile Salomé, yazı genellikle Nietzsche’nin kız kardeşi Elisabeth’in şaperonluğunda, Türingiya’daki Tautenburg’da geçirdiler. Ancak Nietzsche, Salomé’yi yetenekli bir öğrenciden çok, uygun bir eş olarak gördü. Salomé, Nietzsche’nin kendisine evlenme teklif ettiğini ve onu reddettiğini bildirmektedir, ancak Salomé’nin bildirilerinin güvenilirliği soru işaretleri taşımaktadır.[31] Nietzsche’nin Rée ve Salomé ile ilişkisi 1882-83 kışında, kısmen Elisabeth’in düzenlediği entrikalar nedeniyle koptu. Yeni hastalık dönemleri arasında Salomé yüzünden annesi ve kız kardeşiyle arası açılmış ve hemen hemen yalıtılmış bir hayat yaşarken Rapallo’ya kaçtı. Burada Böyle Buyurdu Zerdüşt`ün ilk bölümünü sadece on günde yazdı. 1882’de yüksek dozda afyon almasına rağmen uyku sorunu yaşamaktaydı. 1882’de Nice’de kalırken, kendi yatıştırıcı kloralhidrat reçetelerini “Dr. Nietzsche” diye imzalayarak yazıyordu. Schopenhauer ile (uzun zaman önce ölmüş ve Nietzsche’yle hiç tanışmamıştı) felsefi bağlarını, Wagner’le de sosyal bağlarını kopardıktan sonra Nietzsche’nin pek az arkadaşı kalmıştı. Gelişen yeni Zerdüşt tarzıyla, eseri daha da yabancılaştı ve kitapçılar onu yalnızca nezaketen aldı. Nietzsche bunu fark etti ve her ne kadar şikayet ettiyse de münzeviliğini sürdürdü. Kitapları çoğunlukla elde kaldı. 1885’te Zerdüşt`ün sadece 40 kopyasının basımını yaptı ve yalnızca bir kısmını Helene von Druskowitz’in de aralarında olduğu yakın arkadaşlarına dağıttı. 1883’te Leipzig Üniversitesinde öğretim görevliliği almak için girişti ve başarısız oldu. Belli olmuştu ki Zerdüşt`te dile getirdiği Hristiyanlığa ve tanrı kavramına karşı gösterdiği tutumları nedeniyle artık herhangi bir Alman üniversitesinde etkin bir şekilde görev alamayacaktı. Bunun ardından gelen “öç ve hınç duygularının” onu hayata küstürdüğünü şöyle dile getirdi: “Ve dolayısıyla, perişanlığın ne demek olduğunu (itibarımın, kişiliğimin ve amaçlarımın yıpranmasını) en geniş anlamda kavradığımdan beri gelişen öfkem, öğrencilerin güvenini ve bu güveni kazanma olasılığımı benden almaya yetmiştir.” 1886’da Nietzsche, antisemitist fikirlerinden tiksindiği yayımcısı Ernst Schmeitzner ile ilişkisini kesti. Nietzsche, kendi yazılarını Schmeitzner’in bu “antisemitist çöplüğüne tamamen gömülmüş ve mezardan çıkarılamayacak hâle getirilmiş” olarak gördü ve yayımcıyı “her duyarlı aklın soğuk bir aşağılamayla tamamen reddedeceği” bir akımla ilişkilendirdi. Ardından kendi cebinden İyinin ve Kötünün Ötesinde`nin basımını yaptı. Ayrıca daha önceki eserlerinin ve bir sonraki yıl ikinci baskılarının, eserlerin temelini ahenkli bir perspektife oturtan yeni önsözlerle yayımlanması planlanan Trajedinin Doğuşu, İnsanca, Pek İnsanca, Tan Kızıllığı ve Şen Bilim`in yayım haklarını da aldı. Sonra, bir süreliğine eserlerini tamamlanmış gibi gördü ve yakında bir okuyucu kitlesinin ortaya çıkacağını umut etti. Aslında Nietzsche’nin düşüncesine ilgi bu kez gerçekten artmıştı, sadece Nietzsche’nin gözüne yavaş bir şekilde ve zorlukla çarpıyordu. Bu yıllarda Nietzsche, Meta von Salis, Carl Spitteler ve Gottfried Keller ile tanıştı. 1886’da kız kardeşi Elisabeth de antisemitist Bernhard Förster ile evlendi ve “Cermenik” bir sömürge olan, Nietzsche’nin kahkahalarla alay ederek tepki gösterdiği Nueva Germania’yı kurmak için Paraguay’a yolculuk etti. Nietzsche’nin Elisabeth’le ilişkisi mektuplaşmalarla çatışma ve barışma çemberinde sürüp gitti, ancak Nietzsche’nin çöküşüne kadar hiçbir zaman bir araya gelmediler. Nietzsche, uzun süreli çalışmayı imkânsız kılan, uzun ve acılı hastalık atakları yaşamaya devam etti. 1887’de, “Ahlâkın Soykütüğü Üzerine” adlı polemiği yazdı. Aynı yıl içinde, çabucak bir yakınlık duyacağı Fyodor Dostoyevski’nin eserleriyle karşılaştı. Hippolyte Taine ve Georg Brandes ile de mektuplaştı. 1870’lerde Søren Kierkegaard’ın felsefesini öğretmeye başlamış olan Brandes, Nietzsche’ye yazdığı mektupta ondan Kierkegaard okumasını istiyordu; Nietzsche bu mektuba cevaben, Kopenhag’a gelip onunla Kierkegaard okuyacağını yazdı. Ancak sözünü yerine getiremeden hastalığı çok kötüleşti. Brandes, 1888’in başlarında Kopenhag’a, Nietzsche’nin felsefesi üzerine ilk ders notlarından birini götürdü. Nietzsche, daha önce “Ahlâkın Soykütüğü Üzerine”de Güç İstenci: Tüm Değerlerin Yeniden Değerlendirilmesi Denemesi başlığıyla yeni bir çalışmasını duyurmuş olsa da sonraları bu özel yaklaşımını bir kenara bırakmış ve yerine taslak pasajlardan bazılarını 1888’de Putların Alacakaranlığı ile Deccal`i yazarken kullanmıştır. Sağlığı düzeliyor gibi oldu ve yazı keyifle geçirdi. 1888 güzünde, yazıları ve mektupları, onun kendi durumu ve yazgısı için yaptığı yüksek öngörüsünü ortaya sermeye başladı. Yazılarına, özellikle en son yazdığı polemiği Wagner Olayı’na gelen tepkileri gözünde büyüttü. Kırk dördüncü yaş gününde Putların Alacakaranlığı ve Deccal`i tamamladıktan sonra otobiyografisi Ecce Homo`yu yazmaya karar verdi. Bu eserin önsözünde (Nietzsche, burada eserinin yaratacağı yorum zorluklarının gayet farkındaydı) şöyle belirtmektedir: “Duyun beni! Duyulması gerekenim ben. Hepsinden önce, başkası saymayın beni”. Nietzsche, aralık ayında August Strindberg ile mektuplaşmaya başladı ve uluslararası bir dönüm noktasının eksikliğini hissedip eski yazılarını yayımcıdan geri satın alarak diğer Avrupa dillerine tercüme ettirebileceğini düşündü. Dahası, Nietzsche Wagner’e Karşı derlemesinin ve şiirlerinden oluşan Dionysos Dithrambosları koleksiyonunun yayımını planladı.
  12. Alman filozof, Friedrich Wilhelm Nietzsche Kimdir? Hayat yolculuğu ve eserleri... Friedrich Wilhelm Nietzsche (15 Ekim 1844 – 25 Ağustos 1900), Alman filolog, filozof, kültür eleştirmeni, şair ve besteci. Din, ahlâk, modern kültür, felsefe ve bilim üzerine metafor, ironi ve aforizma dolu bir üslupla eleştirel yazılar yazmıştır. Nietzsche’nin kilit fikirlerini Apollon-Dionysos ikiliği, perspektivizm, Güç İstenci, “Tanrının ölümü”, Üstinsan ve bengi dönüş oluşturur. Felsefesinin merkezini oluşturan şey, kişinin coşkun enerjisini sömüren her türlü öğretinin, toplumsal olarak ne kadar geçerli olursa olsun sorgulanarak “hayatın olumlanması”dır.[4] Hakikatin değeri ve nesnelliği üzerine yürüttüğü kökten sorgulaması, geniş çaplı yorumların odağını oluşturur ve etkisi özellikle kıta felsefesi geleneğinde varoluşçuluk, postmodernizm ve postyapısalcılık da dâhil olmak üzere devam etmektedir. Nietzsche, kariyerine felsefeye dönmeden önce klasik filolog (Yunan ve Roma metin eleştirmeni) olarak başladı. 1869 yılında yirmi dört yaşındayken Basel Üniversitesi’nde klasik filoloji kürsüsüne, bu yeri alan en genç kişi olarak atandı. 1879 yazında, hayatının büyük bölümünde kendisine dert olacak olan sağlık sorunları yüzünden istifa etti. 1889’da kırk dört yaşında zihinsel yetilerinin tamamının kaybıyla sonuçlanan bir çöküş yaşadı. Çöküşü sonraları, üçüncü devre sifilis hastalığının yol açtığı, nadir görülen bir genel pareziye yoruldu; fakat bu teşhiste soru işaretleri vardı.[6] Nietzsche, kalan yıllarını 1897’de ölümüne kadar annesinin, 1900’de kendi ölümüne kadar kız kardeşi Elisabeth Förster-Nietzsche’nin bakımında geçirdi. Bakıcısı olarak kız kardeşi, Nietzsche’nin el yazmalarının idareciliğini ve editörlüğünü üstlendi. Förster-Nietzsche, tanınmış bir Alman milliyetçisi ve antisemitist olan Bernhard Förster ile evliydi ve Nietzsche’nin yayımlanmamış yazılarını, kocasının ideolojisine uyarlamak üzere, Nietzsche’nin belirttiği, antisemitizm ile milliyetçiliğe sert ve bariz biçimde karşı çıktığı görüşlerine genellikle ters düşecek biçimde yeniden düzenledi. Förster-Nietzsche’nin yaptığı değişiklikler sebebiyle Nietzsche’nin adı, sonraları yirminci yüzyıl bilim insanları Nietzsche’nin fikirlerinin yanlış yorumlanmasına karşı harekete geçmiş olsalar da, Alman militarizmi ve Nazizm ile birlikte anılır olmuştur. Naumburg’da, Haziran 1862 başında çekilen bu fotoğrafında Nietzsche 17 yaşındadır, 1862. Prusya Krallığı’nın Saksonya eyaletinde bulunan Leipzig yakınlarındaki Röcken’in küçük bir kasabasında büyümüştür. Adını, Nietzsche’nin doğum gününde kırk dokuz yaşına giren Prusya Kralı IV. Frederick William’dan aldı (Nietzsche daha sonra ikinci adı olan “Wilhelm”i atmıştır[7]). Nietzsche’nin ebeveynleri Lutherci bir papaz ve eski öğretmen olan Carl Ludwig Nietzsche (1813–49) ile Franziska Oehler (1826–97), oğullarının doğumundan önceki yıl olan 1843’te evlenmişlerdi. İki çocukları daha vardı: 1846 doğumlu bir kız, Elisabeth Förster-Nietzsche ve ikinci oğulları, 1848 doğumlu Ludwig Joseph. Nietzsche’nin babası 1849’da bir beyin hastalığından öldü; bir sonraki yıl da erkek kardeşi Ludwig Joseph iki yaşında öldü. Bunlar üzerine ailece, Nietzsche’nin anneannesi ve iki bekar halası ile yaşayacakları Naumburg’a taşındı. Aile, Nietzsche’nin anneannesinin 1856’da ölmesinden sonra, şimdi müze ve Nietzsche çalışma merkezi olan kendi evlerine taşındı. Nietzsche bir erkek okuluna, ardından da son derece saygın ailelerden olan Gustav Krug, Rudolf Wagner ve Wilhelm Pinder ile arkadaş olduğu özel okula gitti. 1854’te Naumburg’da Domgymnasium’a katıldı, ancak müzik ve dil alanında özel yetenekler gösterdiğinden uluslararası tanınmışlığa sahip Schulpforta onu öğrencisi olarak aldı. Oraya giderek 1858’den 1864’e kadar orada okudu ve Paul Deussen ile Carl von Gersdorff ile arkadaş oldu. Şiirler ve besteler üzerinde çalışmaya da zaman buldu. Schulpforta’da önemli bir dil altyapısı (Yunanca, Latince, İbranice ve Fransızca) edindi ve böylece önemli eserleri birinci kaynaktan okuma imkanı buldu[8]; ayrıca ilk kez küçük bir kasabanın tutucu ortamındaki aile hayatından uzakta olmayı deneyimledi. 1864 martının dönem sonu notlarında Din ve Almanca 1; Yunanca ve Latince 2a; Fransızca, Tarih ve Fizik 2b ve İbranice ile Matematik “sönük” bir 3’tü. Pforta’da uygunsuz sayılan konuların peşinden koşma tutkusu ve eğilimi edinmişti. O zamanlar neredeyse hiç bilinmeyen şair Friedrich Hölderlin’in eserleriyle tanıştı. Hölderlin’den “en sevdiğim şair” diye bahsediyordu ve bir denemesinde bu çılgın şairin “en yüce düşüncelliğe” farkındalık getirdiğini yazıyordu. Denemeyi gözden geçiren öğretmen ona iyi bir not verdi, ancak Nietzsche’nin gelecekte daha sağlıklı, daha duru ve daha “Alman” yazarlar üzerine eğilmesinin uygun olacağı yorumunu yaptı. Nietzsche ayrıca tuhaf, dinsiz ve genellikle sarhoş bir şair olan Ernst Ortlepp’i de tanıyordu; Ortlepp, genç Nietzsche ile tanıştıktan birkaç hafta sonra bir hendekte ölü bulundu, ancak onun Nietzsche’yi Richard Wagner’in yazılı eserleriyle ve müziğiyle tanıştıran kişi olması muhtemeldir. Nietzsche, belki de Ortlepp’in etkisiyle Richter adında bir öğrenciyle birlikte okula sarhoş dönüp bir öğretmenle karşılaştı ve bu Nietzsche’nin sınıf birinciliğini kaybederek sınıf başkanlığının elinden alınmasıyla sonuçlandı.
  13. Aktör Donnie Yen, Weibo'ya Sleeping Dogs film uyarlamasının çekimlerinin yakında başlayacağını şiddetle ima etti. Yen, "bir sonraki meydan okumaya başlamak için heyecanlı" olduğunu ve bu herhangi bir anlama gelse de, gönderide Sleeping Dogs'u etiketlediğini belirtti. Bir filmin yapım aşamasında olduğu göz önüne alındığında, Yen'in çekimlerin yakında başlayacağı anlamına geldiğini varsaymak güvenlidir. Uyuyan Köpekler filmi Yen'in Çinli-Amerikalı gizli polis Wei Yen rolünü üstlenmesini görecek. Filmin yapımcılığını Neal Moritz üstleniyor, ancak şu anda proje hakkında pek bir şey bilinmiyor. Sleeping Dogs, United Front Games ve Square Enix London Studios tarafından geliştirildi ve ilk olarak 2012'de PS3, PC ve Xbox 360 için piyasaya sürüldü. İki yıl sonra PS4 ve Xbox One için yeniden düzenlenmiş bir sürüm piyasaya sürüldü. United Front Games, Sleeping Dogs için hem bir devam filmi hem de bir spin-off rafa kaldırdı ve bugüne kadar dizide başka bir giriş görecek miyiz bilmiyoruz.
  14. ABD’li bilim insanları, maske katmanından geçen daha küçük viral yüklerin neden olacağı enfeksiyonların, koronavirüse karşı bağışıklık oluşturabileceğini ve bu durumun ham bir aşı görevi görebileceğini iddia etti. Bu durumun, maskenin yaygın olduğu Asya ülkelerinde ölüm oranlarının neden düşük olduğunu da açıkladığı belirtildi. ABD’nin önde gelen eğitim kurumlarından biri olan California Üniversitesi’nde bilim insanları, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınına karşı bağışıklık kazanılmasına ilişkin dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Bilim insanları, maske kullanımının koronavirüse karşı bağışıklık oluşturabileceğini ileri sürdü. California Üniversitesi’nden araştırmacılar, maske vesilesiyle insanların tekrar tekrar küçük miktarlarda virüse maruz bırakmanın, vücutları Kovid-19’u tanıma ve mücadele etme konusunda eğitebileceği ve hastalığa karşı bir bağışıklık oluşabileceğini belirtti. “Asya ülkelerindeki ölüm vakalarını açıklıyor” Söz konusu araştırma sonuçları, New England Journal of Medicine dergisinde yayınlandı. Araştırmaya göre bu durum, maske kullanımının yaygın olduğu bazı Asya ülkelerinde ölüm oranlarının düşük olmasını da açıklıyor. Tüm bunlara karşın araştırmacılar, insanları çok önemli bir konuda uyardı. Bilim insanları, bağışıklık kazanmak için virüse kasıtlı olarak yakalanmaya çalışılmaması gerektiğini söyledi ve maske ile sosyal mesafe vurgusu yaptı.
  15. Tayland'da klozetten çıkan bir buçuk metre uzunluğundaki yılan 18 yaşındaki Siraphop Masukarat isimli genci soktu. Hastaneye kaldırılan gence 3 dikiş atıldı. Tayland'ın başkenti Bangkok'un 20 kilometre kuzeyinde bulunan Nonthaburi'de akıllara durgunluk veren bir olay yaşandı. 18 yaşındaki Siraphop Masukarat isimli genci tuvalette yılan soktu. Uzunluğu bir buçuk metre Korkuyla yerinden fırlayan Masukarat, klozette yılan olduğunu gördü. Bir buçuk metre uzunluğundaki yılanın soktuğu genç kanlar içinde kalırken, hemen hastaneye kaldırıldı. Yılan tarafından sokulan gence 3 dikiş atılırken herhangi bir bakteri bulaşmaması için de antibiyotik tedavisine başlandı. Tedavi sonrası açıklamalarda bulunan Masukarat, yılanın çok büyük olmadığını ancak canının çok yandığını söyledi. En kısa zamanda sağlığına kavuşacağını söyleyen gencin annesi Sutapath, "Gerçekten çok korktum, yılan eve nasıl girdi hiç bilmiyorum" dedi.
  16. CHP'li Didim Belediye Başkanı Ahmet Deniz Atabay’ın tecavüz ettiği kadın yaşadığı dehşet dolu günleri anlattı. 5 yıl önce Atabay'ın yanına iş istemek için gittiğini belirten kadın "2 ay boyunca cehennemi yaşadım" dedi. Görüntülerinin çekilerek kendisine şantaj yapıldığını söyleyen kadın, "Bana bundan sonra gel dediğimizde gelmezsen görüntüleri ailene gönderir seni mahvederiz diye tehdit savurdular" açıklamasında bulundu. Didim'de S. adlı kadın (45) 5 yıl önce Didim Belediye Başkanı Ahmet Deniz Atabay ve 2 kişi tarafından 2 ay boyunca "tehdit" ve "şantaj" ile cinsel istismara uğradığını söyledi. Kocasından ayrıldıktan sonra maddi açıdan sıkıntıya düştüğünü söyleyen mağdur kadın Atabay'ın yanına giderek iş istediğini belirterek şunları kaydetti: "Belediyenin kapısını çaldım. 'Başkanla görüşmek istiyorum' dedim. Başkan Atabay'a 'Temizlik, çaycılık yaparım' dedim. 'Size döneriz' dedi. Aynı akşam, iş insanı olduğunu öğrendiğim Ali Çağlar beni aradı. 'Belediye başkanı ile iş talebinizle ilgili görüşmüşsünüz. Kabul ederseniz gelip sizi alayım' dedi. Ben de 'Olur' dedim. Gittiğimiz yer Çağlar'ın çiftliğiymiş. İçeri girdiğimde beni şu anda belediye başkan yardımcılığı yapan Öznur isimli bir kadın karşıladı. İçeride Öner Çiçek isimli biri daha vardı. 3 erkek 2 kadındık. Onlar içki içip sohbet ediyordu. 'Bir şey içer misin?' diye sordular. 'Yok' dedim. Öznur Hanım ısrar etti. 'Tamam, içeyim' dedim. Ama bünyem alışık olmadığı için kontrolü kaybettim." Zorla uyuşturucu madde kullandırdıklarını aktaran kadın bir süre sonra fenalaştığını bu sırada evdekilerin kendisine cinsel istismarda bulunduğunu dile getirdi. Kendisine şantaj yapıldığını ifade eden kadın "Kendime geldiğimde bağırıp, ağlamaya başladım. Ali 'Seni evine bırakayım' dedi. Arabaya bindiğimizde 'Görüntülerini çektik biliyorsun. Bundan sonra gel dediğimizde gelmezsen görüntüleri ailene gönderir seni mahvederiz' diye tehdit savurdu. 'Yeter ki ailem, oğlum duymasın' dedim ve dedikleri her şeyi yaptım. Haftada ya da bazen 10 günde bir arıyordu. 2 ay boyunca cehennemi yaşadım." diye konuştu. 2 ayın sonunda İzmir'de bir arkadaşının yanına kaçtığını söyleyen mağdur kadın, tek isteğinin suçluların cezasını alması olduğunu ifade etti. 5 yıl boyunca psikolojik tedavi gördüğünü aktaran kadın, "Beni bulurlar, başıma bir şey gelir, 20 yaşındaki oğlum olanları öğrenir, ellerindeki videoları gönderirler diye çok korktum. Ama artık korkmuyorum." dedi. Başına gelenlerin medyaya yansıması üzerine İçişleri Bakanlığı'nın devreye girerek 2 müfettiş görevlendirdiğini aktaran Mağdur kadın "Bugün ifade verdim. Onlara da anlattım. Ben benim gibi başka kadınlar da yanmasın diye konuşuyorum. İş için kapısını çalan başka kadınlara da aynısını yapmadığını biliyor muyuz? Hayır. Bunlar araştırılıp ortaya çıkarılmalı" diye konuştu.
  17. Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Bismillahirrahmanirrahim ile başlamayan her anlamlı iş, bereketsiz ve sonuçsuzdur” Peygamberimizin bu ifadesi bizlere her yapacağımız hayırlı işte besmele çekmemiz gerektiğini anlatıyor. Özellikle yeni bir eğitim öğretim döneminin başındayız. İlim öğrenirken de besmele çekeriz; hatta bütün ilimleri öğrenirken besmele ile başlarız. Sadece Kur’an okurken değil, kimya, fizik, matematik, sosyal bilgiler gibi her türlü bilgiyi öğrenirken de “Bismillahirrahmanirrahim” dememiz gerekir. Peygamberimiz (s.a.s.), niçin böyle bir söz söyledi? Bunu ilk inen ayetlere bakarak anlayabiliriz. Yüce Mevla, insanlığın kurtuluşu ve hidayeti için Peygamberlerin sonuncusu olarak bizlere gönderdiği Hz. Muhammed (s.a.s.)’e ilk vahyinde “seni yaratan rabbinin adıyla oku” dedi; Allah Rasulü’de o günden itibaren “Bismillahirrahmanirrahim” ya da “bismillah” diyerek başladı. Allah, “Allah’ın adını anarak başla” diye emretti, Allah Rasulü’de öyle yaptı. “BİR İŞE BAŞLARKEN BESMELE ÇEKİLEMEYECEKSE, O HAYIRLI BİR İŞ DEĞİLDİR” Kur’an-ı Kerim’de bütün surelerin başında besmele vardır. Hanefi mezhebine göre bu besmeleler o surelerden bir ayet değildir, yalnızca iki sureyi birbirinden ayırt etmek için sahabenin koymuş olduğu bir fasıladır. Ancak diğer Cumhuru Ulema’ya; Şafiilere, Hanbelîlere ve Malikilere göre her surenin başındaki besmele, o sureden bir ayettir. Böyle algıladığımız zaman Kur’an’ın 113 suresi besmele ile başlıyor; öyleyse 113 tane besmele ayeti var. Bu kadar tekrar eden başka bir ayet var mı? Yoktur. O zaman bize ne anlatılmak isteniyor? Bize başta Kur’an-ı Kerim’i okumaya ve diğer bütün işlerimize besmele ile başlamamız isteniyor. Biz buna “besmele bilinci” diyoruz. Bunun anlamı şudur: Besmele çekemeyeceğin bir işi yapma. Bir işe başlarken besmele çekilemeyecekse, o hayırlı bir iş değildir. Şimdi kendi hayatımıza bakalım. Peygamberimiz (s.a.s.), “Herhangi biriniz yemek yemeye başlarken Bismillahirrahmanirrahim desin; unutursa bismillahi evvelihi ve ahirihi desin.” Yani başında da sonunda da besmele çekiyorum desin. Çünkü besmele bize verilen nimete şükrün bir edasıdır. Aslında bize verilen nimetleri yemeye başlarken besmele çekeriz, yemeği bitirdiğimiz zamanda elhamdülillah deriz. Yani “bu nimetleri bize veren Rabbimize hamd-ü senalar olsun” deriz. “HER İŞE BAŞLARKEN BESMELE İLE BAŞLARIZ” Demek ki besmele bizim hayatımızın önemli bir parçasıdır. Yine Peygamberimiz (s.a.s.), “Sizden herhangi biriniz evinin kapısını kapatırken besmele ile kapatsın; besmele ile kapatılan evin içerisine şeytan giremez” diyor. Peygamberimiz (s.a.s.), sözüne devam olarak şöyle buyuruyor: Sonra evinizde yediğiniz yemeğin kabının kapağını kapatırken besmele ile kapatın, ya da içtiğiniz suyun kabının kapağını besmele ile kapatın; çünkü besmele ile kapatılan eve şeytan giremez, evin sahibi eve girerken besmele çektiyse şeytan ‘burada bizim bu gecelik yatacak yerimiz yok‘ der” buyuruyor. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle devam ediyor: “Bir kişi yemek yemeye besmele ile başlarsa şeytan ‘bize burada yiyecek bir şey yok’ der.” Peygamberimiz (s.a.s.); “Herhangi biriniz yatağa girdiği zaman şöyle desin: ‘Allahım, senin adını anarak uyurum ve senin adını anarak uyanırım.’” Uyumak küçük bir ölümdür. Biz uykuya daldıktan sonra tekrar uyanırız. Uyandığımız zaman da şu şekilde söylememiz buyuruluyor: “Bizleri uyuduktan sonra uyandıran, küçük ölüm olan uykudan tekrar uyandırıp bize hayat veren Rabbimize hamd-ü senalar olsun. Uyandırmak ve yeniden hayat vermek sadece O’na mahsustur.” Hasılı her işe başlarken besmele ile başlarız. Bizler aslında şöyle bir bilince sahip olmalıyız; ben bir iş yapıyorken bu işe besmele çekebilir miyim, yoksa çekemez miyim? Besmele çekemeyeceğim hiçbir işi yapmamam gerekir. Onun için haram işe besmele çekilmez. Kıymetli anneler-babalar, çocuklarımıza besmeleyi öğretelim. Yemek yemeye başladığında besmele çekmeyi öğretelim, şimdi hayatımızın her anına bir bakalım, besmeleyi ne kadar kullanıyoruz? Mesela Peygamberimiz (s.a.s.) cenazenin kabre konulması esnasında da besmele çekilmesini söylemiştir. Allah’ın adıyla ve Rasulullah’ın dini üzere koyuyoruz bu cenazeyi kabre. Bu bilinç hali içerisinde olursak şunu biliriz: Rabbimiz olmaksızın bizler birer hiçiz. Yani Allah’sız bir hayat tasavvur edilemez. Bizi yaratan bir Rabbimiz var. O’nun adını anmalıyız. Bu bilinçte olmalıyız.
×
×
  • Create New...

Önemli bilgi

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için Gizlilik poliçesini inceleyebilirsiniz.