Jump to content

Feneroin

Yönetici
  • İçerik sayısı

    1024
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

  • Kazandığı günler

    10

Everything posted by Feneroin

  1. Son yıllarda daha çok ön plana çıkan ve insanlar arasında bilinirliği artan Metaverse nedir? Metaverse’nin gelişim süreci ve üretilme amacı nedir? Metaverse Hakkında Herşey – Geçmişten Geleceğe Metaverse Gelin hep birlikte metaverse’nin ne olduğunu inceleyelim. Metaverse Nedir? 1990’lı yılların başında ortaya çıkan Metaverse kavramı meta ve evren kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. İnsanların, sanal dünyada hiç bir fiziksel çaba harcamadan sadece zihinsel olarak kurdukları dünyaya denir. Sanal gerçeklik cihazları ile insanların birbirleriyle iletişim kurabilecekleri dijital bir dünyadır. Metaverse kavramı ilk olarak Neal Stephenson’ın bilimkurgu romanı olan Snow Crash’de geçmiş ve kurgusal bir dünyayı nitelemiştir. Metaverse Üretim Amacı Metaverse sanal bir kamusal alan oluşturmak istemektedir. İnsanların kendi avatarlarını oluşturabilecekleri ve fiziksel etkileşime girebilecekleri paralel bir siber uzayı işaret ediyor. Metaverse dünyasında kullanılacak olan kripto paralarla ve geliştirilmiş sanal gerçeklik cihazlarıyla kafede oturma, alışveriş yapma ve sinemaya gitme gibi eylemler gerçekleştirilebilecek. Metaverse evrenine bunların yanında nesnelere dokunabilmek ve hissedebilmek için dokunma hissi sağlayabilecek eldiven geliştiriliyor. Dünyanın en önemli metaverse yatırımcılarının başında Facebook gelmektedir. Facebook’un ismini Meta olarak değiştirmesinden sonra metaverse kavramı daha bilinir bir hale gelmiştir. Facebook bu doğrultuda Microsoft yazılım şirketi ve Roblox gibi oyun platformlarıyla çalışmakta ve yatırımlar yapmaktadır. Güney Kore’nin Seul şehri Metaverse dünyasına katılan ilk şehirlerden oldu. Karayip Adaları ülkesi olan Barbados Metaverse’ye ilk büyükelçiliği açtı. Bunların yanında metaverseye ait kamu hizmet binaları ve çeşitli alışveriş binaları geliştiriliyor. Metaverse dünyası gelişmeye devam ederken çeşitli haberler geliyor. Metaverse evreninde 2020 yılında Travis Scott’un ilk kez bir konser vermesinden sonra ilk kez bir düğün gerçekleştirildi
  2. Gözlerde ve ciltte sararma şeklinde ortaya çıkan yenidoğan sarılığı; bebeklerde çok sık rastlanan bir durumdur. Zamanında ve sağlık doğmuş bebeklerin %60’ında, erken doğan bebeklerin ise %80’inde sarılık görülmektedir. Peki Yenidoğan Sarılığı Nedir? Belirtileri Nelerdir? Karaciğer tarafından üretilen sarı renkli bir sıvı olan bilirubin; seviyesi yükselerek deri ve yanakların içi, gözün beyaz kısmı gibi bölgelerde birikmesi sonucu oluşan hastalık çeşididir. Erken ya da geç doğum, genetik nedenler veya yetersiz beslenme gibi birçok şey sebep olmaktadır. Böyle durumlarda bebek hiç bekletilmeden mutlaka doktora gösterilmeli ve önlemi alınmalıdır Bebeklerde Sarılığa Sebep Olabilecek Durumlar; Erken ya da geç doğum Emme sorunu olan ve buna bağlı olarak iyi beslenemeyen bebekler, Annesiyle kan uyuşmazlığı olanlar Doğum esnasında kafa derisi altında kanama meydana gelen bebekler Diyabetli annelerin bebekleri Yenidoğan Sarılığı Belirtileri Nelerdir? Cildin ve Gözlerin Sararması; Ciltteki sarı renk en iyi gün ışığında ya da floresan lamba altında görülmektedir. Bu durum ise genellikle doğumdan sonra 2. yada 4. günlerde ortaya çıkar. Sarılığı tespit etmenin yollarından bir tanesi de; parmağınızı yavaşça bebeğinizin alnına burnuna ya da karnına bastırmaktır. Daha sonra bastırdığınız yer sararıyorsa, bebeğin sarılık hastalığına yakalanmış olabilir. Aynı zamanda bu sararmaları karında, kollarda ve bacaklarda da fark edebiliyorsan bu, sarılığın daha ağır geçtiğini göstermektedir. Yetersiz Beslenme ve Halsizlik; Bebekler sarılık geçirdiği dönemlerde iştahsızlık yaşamaktadırlar. Yani bebeğinizde iştah ve kilo kaybı bununla birlikte daha fazla uyku ihtiyacı gözlemliyorsanız hemen doktorunuza başvurmalısınız. Bu gibi durumlar ağır geçen bir arılığın belirtileridir. Sarılık Tedavisi Normal seviyelerde ilerleyen sarılıkta herhangi bir tedaviye ihtiyaç duyulmamaktadır. Ancak anne ve babalar sarılık riskini fark ettikleri anda öncelikle doktora getirmeli ve kesin teşhis koyulduktan sonra tedaviye evde devam edilmelidir. Aksi taktirde sarılık tedavisinde geç kalındığında kernikterus ismi verilen ve sinir sisteminde ciddi hasarlara yol açan hastalığa sebep olmaktadır. Doktorun koyacağı teşhis sonucunda sarılığın fizyolojik değil; patolojik olduğu anlaşılırsa hastanede tedavi başlamaktadır. Hastane uygulanacak sarılık tedavisi için fototerapi olarak adlandırılan ışın tedavisi uygulanır. Özel dalga boyunda ışık yayan lambalar altında uygulanan bu tedavi sayesinde sarılığa neden olan bilirubinin idrarda çözünerek vücuttan atılmasını sağlamaktadır. Tedavi gerektirmeyen evde gözlem altında olan bebekler için ise annelerin yapması gereken en önemli uygulamalar şunlardır; Normalden daha sık emzirmelidir. Bolca gün ışığından faydalandırmalıdır
  3. Rossini Turnedo, İtalyan bestekar ve aynı zamanda bir gurme olan Rossini’nin 19. yüzyılda yaptığı ve yüzyıl boyunca en sevilen bonfile tarifidir. Tournedos alla Rossini nasıl yapılır öğrenelim… Malzemeler 600 gram bonfilelik sığır eti 1+1/2 çorba kaşığı tereyağı yeteri kadar tuz ve karabiber Sosu için: 1 siyah mantar yeteri kadar tuz 1 tüp karaciğer ezmesi (kaz ezmesi olursa daha iyi olur) 1 limon Kruton için: 4 dilim ekmek (baget ekmek) 1+1/2 çorba kaşığı tereyağı Hazırlanışı Francala türü içerisinde kepek bulunmayan ekmekten 1,5 santim kalınlığında 4 dilim kesin. Bir su bardağıyla ekmeklerin üzerine bastırın ve yuvarlak dilimler elde edin. Sonrasında bu ekmek dilimlerini kızdırılmış tereyağında kızartın. İki tarafı da pembeleşen ekmekleri bir tabağa yerleştirin. Bonfileden eşit dört parça kesip 1 parmaktan biraz kalın olacak şekilde inceltin. Bonfileler tavada kızdırılmış tereyağının içerisinde 4-5 dakika her yerleri kızartılarak pişirilir. Önceden kızartmış olduğumuz ekmek krutonların üzerine bonfileler yerleştirilir. Üzerlerine tuz ve biber serpilir. Turnedoların üzerine yuvarlak olarak dondurulmuş ciğerler yerleştirilir. Siyah mantar limonlu suyun içinde bekletilir ve zarı çıkarılarak temizlenir. Mantarlar 4 parçaya bölünüp yıkanır. Bonfile ve kızarttığımız ekmeklerden kalan yağda pişirilir. Bonfilenin üzerine yerleştirilir. Tavadaki kalan sos bonfilenin üzerine güzelce gezdirilir ve servis edilir. Afiyet Olsun
  4. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşen SpaceX ve Tesla'nın kurucusu dünyaca ünlü milyarder Elon Musk, Türkiye ile işbirliğimizi merakla bekliyorum. Sizinle (CB Erdoğan) tekrar görüşmek isterim. Türkiye ile dünyada ilk olacak pek çok projeyi birlikte yapacağız. Türkiye'ye ziyaretimi heyecanla bekliyorum" dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün SpaceX kurucusu Elon Musk ile görüşmüştü. Görüşmede Türkiye'deki kamu ve özel sektör kurumları ile şirket arasında uydu ve uzay teknolojileri başta olmak üzere farklı alanlarda iş birliğine ilişkin hususlar ele alındı. Elektrikli otonom araçlar ve dijital ekonomi konularının da konuşulduğu görüşmede, uzun dönemli yatırımlar ve mevcut iş birliğini geliştirecek adımlar değerlendirildi. ELON MUSK TÜRKİYE'YE GELECEK Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın özel olarak hazırlanan bir NFT hediye etti. Erdoğan ile yeniden görüşmenin bir onur olduğunu belirten Musk, Türkiye'yi ziyaret etmek istediğini de vurguladı
  5. Bundan 14 bin yıl önce yok olan 'Mu Kıtası' Büyük Okyanus'ta yer alıyordu. Asya Kıtası ve Amerika Kıtası arasında, Avustralya'nın iki katı büyüklüğünde olduğu söyleniyor. Bilim adamları Okyanus dibinde herhangi bir bulguya şimdiye kadar rastlamadılar. Ancak Pasifik Okyanusunda bir kıta'nın varlığı konusundaki görüş, çeşitli belge ve bulgular mevcut. Çin ve çevre adalarda bulunan kitabelerde "Kıtamız battı, biz de buraya kaçtık" yazmaktadır. Bu yazılı kayalar 14 bin yıllıktır, c14 karbon testleriyle sabittir. Başka bir rivayete göre ise, ilk insanlığın bu kıta üzerinden yayıldığı söylenmektedir. Türklerin'de bu kıta üzerinden Orta Asya'ya geçtiği düşünülmektedir. Günümüzde Polinezya, Mikronezya ve Melanezya takımadalarını oluşturan adalar, muhtemelen bu kıta'dan arta kalan parçalardır. Kıta ile ilgili diğer rivayetler ise şu şekillerdedir... Yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı kıta Mu Kıtası'dır. Bu kıta, kıta'nın altında yer alan gaz odacıklarının patlamaları nedeniyle sulara gömülmüştür. Kıtanın 64 milyon nufusu vardı. Mu araştırmacılarına göre, Mu Kıtası'ndan her kıtaya göçler yapılmıştır. Başlıca göçler ise Kuzey ve Güney Amerika'ya yapılmıştır. Ayrıca Orta Asya'ya, Anadolu ve Mısır'a da göçler yapılmıştır.
  6. 17. yüzyılda Osmanlı topraklarında çok ilginç bir kalp para hadisesi meydana geldi. Fransız, Hollandalı, İtalyan tüccarlar, Osmanlı hanımlarının çok beğenip süs olarak kullandıkları yeni Fransız parasını, Avrupa’nın çeşitli yerlerindeki darphanelerde değeri çok düşük olarak bastırdılar. Bu paralar gemilere doldurularak Osmanlı piyasasına sürüldü, ancak piyasada değeri düşük para miktarı artınca büyük bir kaos yaşandı Osmanlı hanımlarının süs olarak kullandıkları Fransız kalp paralarının ilginç bir hikâyesi vardır. 17. yüzyıl seyyahlarından Tavernier'in anlattığı hadiseyi, Cipolla ve Şevket Pamuk da incelemiştir. OSMANLI HANIMLARI ÇOK BEĞENDİ Osmanlı İmparatorluğu ile Fransa arasında Kanuni döneminden itibaren bir dostluk vardı. 17. yüzyılın ikinci yarısında Fransa tahtında bulunan ve "Güneş Kral" diye şöhret bulan XIV. Louis zamanında ilişkiler bozuldu. Ancak siyasi ilişkilerin bozulduğu yıllarda, Osmanlı piyasasında Fransız paraları en geçerli yabancı paralardandı. Fransa'da kullanılan en önemli para "ekü" idi. Yarım ekü ve çeyrek ekünün dışında ekünün on ikide birine Güneş Kral'ın babası XIII. Louis döneminde basıldığı için (1641) "louis" deniyordu. XIII. Louis, Paris Darphanesi'nde yeni para basma makineleri kurdurup 1641'de yeni teknikle paralar bastırdı. Liegeli Jean Varin'in geliştirdiği sistemle darbedilen "louis" isimli bu yeni para adını, yüzünde portresi olan XIII. Louis'den alıyordu. Paranın diğer tarafında da Fransız kraliyet arması vardı. Kral, Fransa ile İspanya arasındaki gerginlikten dolayı İspanyol Reali elde edemeyince yeni para bastırmıştı. Louisler, yeni darphane tekniğiyle basılmıştı. Kenarları tırtıllı idi. Fransız tüccarlar ve hâkimler. Yeni paraları çok beğenen Osmanlı hanımları, Fransız louislerini süs olarak kullanmaya başladılar. Louisler, küpe, bilezik ve kolye yapımında kullanılıyordu. Bu yüzden Osmanlı topraklarında herkes Fransız louisi arıyordu. Paranın gerçek değeri 12 louis, bir ekü ederken, talepten dolayı altı louis için bir ekü veriliyordu. Louisler para olmaktan çıkmış, ticari mal hâline gelmişti. Elbiselerini louislerle süslemek isteyen Osmanlı hanımları, Fransız paralarını elde etmek için her türlü fedakârlığı yapıyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu'ndaki louislere karşı aşırı talep, Avrupalı vurguncuları harekete geçirdi. Fransız vurguncular, içinde gümüş oranı daha düşük, bakır oranı daha fazla para basarak Osmanlı topraklarında pazarlamayı düşündüler. Ancak para basımı için devletin izni gerekiyordu. Yoksa kalpazan muamelesi göreceklerdi. IV. Mehmed. HER YERDE BASILMAYA BAŞLANDI Vurguncular, para basma hakkı olan asillerden Orange Prensi ile Dombes Prensesi'ne işbirliği teklif ettiler. Trevoux'taki darphanede düşük alaşımlı paralar basılmaya başlandı. Paranın, içindeki gümüş miktarının düşüklüğüne rağmen Osmanlı topraklarında rağbet görmesi, vurguncuların cesaretini daha da artırdı. Darphanede, gittikçe içindeki gümüş miktarı azalan louisler basıldı. Osmanlı limanlarına mal gelir gibi louis yüklü gemiler geliyordu. Bir senede Fransız tüccarların Osmanlı limanlarına getirdiği louis yüklü gemi sayısı 20'den fazlaydı. Trevoux'taki darphaneyi kısa sürede başkaları izledi. Fransızlar'ın yanı sıra Cenevizliler de louis basma işine girdiler. Osmanlı hanımları, paranın içeriğine bakmadan louisleri aldıkları için darphaneler yıllarca çalıştı. Paraların içindeki gümüş miktarı, olması gerekenin üçte birine düşmüştü. Kalp sikke akışı zirvesine, 1656-1659 yılları arasında ulaştı. Jean-Baptiste Tavernier, gümrüklerden giren kalp sikkelerin sayısını 180 milyon olarak verir. Bunun yanında gümrük memurlarına rüşvet verilerek kaçak yollarla sokulanlar da oluyordu. Para basımı o kadar abartılmıştı ki, kalpazanlar sonunda tedbir alma ihtiyacı hissettiler. Gümüş oranı iyice düşürüldüğünden, bu paraların kendi piyasalarını altüst etmesini önlemek için bu sikkelere "Tüm Asya'da geçerlidir", "Uzak Asya'daki mallar için ödemedir" şeklinde ibareler koydular. Fransızlar, 1665'te piyasaya hissettirmeden düşük alaşımlı paraları toplamaya başladılar. Osmanlı topraklarında ticaret yapan İngilizler, sattıkları malların ödemesinin, kalp louislerle yapılmasını kabul etmediler. 1667'de Osmanlı hükümeti nezdinde durumu protesto ettiler. İngilizler'in protestosu Osmanlılar'ı harekete geçirdi. Osmanlı yönetimi durumu Fransa nezdinde protesto etti. Osmanlılar'ın Fransa'yı kalpazanlıkla suçlaması üzerine Fransız yetkililer harekete geçti. XIV. Louis paranın basımını durdurdu. Osmanlı İmparatorluğu'nda da sert tedbirler alındı. Gümüş miktarı düşük louisler tespit edildi. Kalp paraları piyasaya sürenlerin bir kısmı yakalandı. İbret olsun diye ağır cezalara çarptırıldılar. Bütün Avrupa kalp louislerin peşine düştü. Cenova'da kalp paraları evinde bulunduranlara bile ağır cezalar verileceğine dair bir ferman yayınlandı. Ancak Cenevizliler, ikili oynuyorlardı. Kalp louisler Cenova topraklarında darbedilmeye devam ediyordu. Bunun üzerine Fransa ve Venedik, Cenova'yı sıkıştırdılar. 1655-1669 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'na milyonlarca kalp louis girmişti. Paralardaki sahtekârlık fark edilince imparatorlukta kaos meydana geldi. Herkes elindeki louisten kurtulmaya çalışıyordu. Gerçek louisleri bile artık kimse istemiyordu. Bu yüzden imparatorlukta fiyatlar arttı, piyasa altüst oldu. Paris Darphanesi FRANSIZ SEYYAHIN GÖZÜYLE SAHTE PARA TİCARETİ 17. yüzyıl seyyahlarından Jean-Baptiste Tavernier, rahmetli Teoman Tunçdoğan tarafından çevrilen "Topkapı Sarayı" isimli eserinde sahte para hikâyesini şöyle anlatır: "Marsilyalı bir tüccar, İzmir'de tuttuğu bir aracıya, bir miktar ipek alması için diğer gümüş sikkelerle birlikte -herhangi bir amaç gütmeksizin- 'beş sol'lük iki-üç yüz ekü göndermiş. Bu bozuk paralar Türklerin çok hoşuna gitmiş; onları o kadar sevmişler ki, bunların İspanyol 'sekiz real'ine denk olduğunu sanmışlar ve onların sekizine bir ekü vermeye başlamışlar. Bunu gören aracı, Marsilya'ya yazarak oldukça yüklü miktarda sol yollanmasını istemiş ve bundan büyük para kazanmış. Eğer bizim Fransızlar bu kazançla yetinmiş olsalardı, hilede aşırıya kaçılması yüzünden kesilen bu sikke ticareti hâlâ sürebilir ve çok yararlarına olurdu. Çünkü Türkler artık başka parayla ticaret yapmak istemiyorlardı ve orduların ulufeleri ödenirken askeri memnun etmek için ödemeleri sol ile yapmak gerekiyordu... Dolayısıyla bizim Fransız tüccarlar, Türkiye'de önce bir ekü karşılığında sekiz sol vererek (oysa Fransa'da bir ekü on iki sol ediyordu) yüzde elli kazanmışlar. Ne var ki, Avrupa'nın diğer halkları, İngilizler, Hollandalılar, İtalyanlar onların kazançlarını kıskanıp yollarını kesmişler, sadrazama şikâyet etmişler; sadrazam da bundan böyle bir ekü karşılığında on iki sol alınmasını ya da bu paranın artık tedavülden kaldırılmasını, gemilerde bulunan 'sol'lere de el konmasını ferman buyurmuş. Fransızlar bununla da yetinmemişler; ne var ki, sadrazamın buyruğuna boyun eğmek de gerektiği için içinde 'dört sol'lük bile saf gümüş bulunmayan sikkeler kestirmeyi düşünmüşler; bu da onlara yüzde yirmi beş gibi büyük bir kazanç sağlıyormuş. Türklerin hileyi anlamaları için belli bir zaman geçmiş; paranın kenarlarının düzgün ve görünüşünün beyaz olması Türklere yetiyormuş; alt tabakadan kadınlar, kızlar bunları başlıklarına süs olarak takıyorlarmış. Tıpkı varlıklı kadınların altın takmaları gibi, onlar da bu güzel küçük sikkeleri alınlık olarak başlıklarına sıralıyorlarmış. XIII. Louis. Tüccarlarımız amaçlarına ulaşmak için, bu sikkeleri alıp satabilecekleri eyaletler aramaya başlamışlar. Önce Dombes, Orange ve Avignon eyaletlerini denemişler; daha sonra İtalya'ya geçerek Monaco ve Massa illerinde bir süre uğraşmışlar. Ne var ki, Türklerin üstünde kadın yüzü bulunan paraları daha çok sevdiklerini gözlemleyince ve bu prensler onlara ülkelerinde bu kadar düşük ayarlı sikke kesme ve Dombes Prensesi de kendi damgasını kullanma iznini vermek istemeyince, gözlerini imparatorluğun nüfuz alanı içinde kalan, ama Cenevizlerin elindeki toprakların ortasında bulunan kimi şatolara dikmişler; buralarda, bu şatoların senyörlerinin de işine gelen koşullarda arzularına kavuşmuşlar. Orange'da kestirdikleri sikkeler de Türklerce beğenilmiş ve Türkler arasında rağbet görmüş. Çünkü üstündeki damga güzel ve çok belirginmiş. Buna karşılık, Avignon Papalığı'nda kesilenler -kadın çehresi pek güzel çizilmediği ve boynuna asılı haç Türklerin hoşuna gitmediği için- pek tedavül şansı bulamamış. Bu ticarette yüzde yirmi beş kazançla yetinilseydi, iş sürüp gidebilir ve kazanç da çok büyük olurdu. Ama, yavaş yavaş işin suyu çıkarılmış ve sonunda her sikkede 'bir sol'lük bile gümüş kalmamış. Fransızlarımız onların tedavülünü sağlamak için bir eküye on sekiz, hatta yirmi sol vermeye başlamışlar; bu durum İstanbul, Halep, İzmir ve diğer ticaret kentlerindeki büyük tüccarların işine gelmiş. Çünkü, taşra eyaletlerindeki küçük tüccarların getirdikleri mallar karşılığında ödeme yaparken, bir ekü karşılığı olarak on iki-on üç sol veriyorlarmış. Ticaretlerinin sarhoşluğuna kapılmış ve kazançları iyi giderken en güzel malları almakla yetinmeyerek bulabildikleri her çeşit yüksek değerli parayı da satın almışlar ve kalp paralarını yapmaya devam etmek amacıyla Fransa'ya götürmüşler. Böylesine geniş bir imparatorluğun bütün topraklarında bu ticaret o kadar ileri gitmiş ki, söz konusu topraklarda olağanüstü miktarda kalp para yaygınlaşmış; bu durum gümrük kayıtlarına da geçmiş. Bilgileri dışında kalanlar (tayfaların ve diğer bazı kişilerin gizleyebildikleri paralar) hariç, imparatorluk topraklarına yönelik kalp para akışı yüz seksen milyona ulaşmış. Kalp olmayan para getiren diğer Avrupalı tüccarlar, bu kargaşaya karşı seslerini yükseltmiş ve şikâyetlerini ikinci kez sadrazama iletmişler; sonunda, Türkler gözlerini açmış. Olay böyle sürerse, kısa süre sonra imparatorlukta gümüş yerine sadece bakır kalacağını anlayan sadrazam, 'beş sol'lük paraların ülkeye sokulmasını yasaklamış; bu yasağa karşı gelme cesaretini göstereceklerin müsadereye uğrayacağını ve ağır para cezalarına çarptırılacağını açıklamış. Sadrazamın bu fermanı ve koyduğu yasak, güzel buldukları için bu ufak sikkeleri kullanan Girit'teki askerlerin hoşuna gitmemiş. Ne söylenirse söylensin düşüncelerini değiştirmemiş ve ulufelerinin bu paralarla ödenmesini istemişler; bazı kazan kaldırma olayları da görülünce, İzmir'e ve diğer bazı ticaret kentlerine kadırgalar gönderilerek buralarda bulunan bütün sol'lerin toplatılması kararı alınmış. Bütün Osmanlı İmparatorluğu eyaletlerine yayılmış olağanüstü miktardaki bu kalp paralar nihayet ortalıktan çekilmiş ve sol'ler yasaklanarak tedavülden kaldırılmıştır."
  7. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, İBB’de terör bağlantılı 557 kişinin işe alındığını açıklamıştı. Bu isimlerden bazıları şunlar: Ömer Keleş: 2013’te PKK’nın dağ kadrosuna katıldı. 2017’de yakalandı. Mustafa Kılıç: PKK’nın dağ kadrosundaydı. Nurettin Kaya: KCK’daki faaliyetlerinden dolayı 2012’de tutuklandı. Emrullah Ataman: 2015 yılında Ağrı’dan PKK’ya katıldı. CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, belediyeyi PKK’lılarla doldurdu. İBB Başkanı İmamoğlu, göreve gelir gelmez ilk iş olarak AK Parti döneminde belediyede çalışan 13 bin 312 emekçiyi işten çıkarmıştı. Ardından ise belediyeye yaklaşık 33 bin işçi alımı yapmıştı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, TBMM’deki bütçe görüşmelerinde yaptığı açıklamada, İmamoğlu döneminde belediyeye alınan kişilerden bazılarının terör örgütleriyle iltisaklı olduğuna dikkat çekmişti. 2013’te örgüte katılmış Terör örgütleriyle bağlantılı olduğu belirtilen isimlerden bazılarına ulaşıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin iştirak şirketlerinden İstanbul Ağaç Peyzaj Eğitim Hizmetleri ve Hayvanat Bahçesi İşletmeciliği San. Tic. A.Ş.’de çalışan bu isimlerin bazılarının geçmişte PKK’nın dağ kadrosunda faaliyet gösterdikleri belirlendi. İşte PKK’nın dağ kadrosundan İBB kadrosuna geçen o çalışanlar: - Ömer Keleş: 2013’de PKK/KCK terör örgütü içerisinde faaliyet göstermek üzere dağ kadrosuna katıldı. 2017’de güvenlik güçlerince yakalandı. Örgütün gençlik yapılanması içerisinde birçok illegal eyleme katıldı. Örgütle bağlantılılar - Mustafa Kılıç: 2013’de PKK/KCK içerisinde faaliyet göstermek üzere dağ kadrosuna katıldı. Örgütün gençlik yapılanması içerisinde birçok illegal eyleme katıldığı tespit edildi. - Nurettin Kaya: KCK/TM içerisindeki faaliyetlerinden dolayı “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan hakkında bulunan yakalama kararına istinaden 14 Temmuz 2012’de yakalanıp tutuklandı. - Osman Bozan: 2015’te HDP ve DBP il binası önünde düzenlenen ve “Önderliğin Özgürlüğü Özgürlüğümüzdür” şeklinde Özgür Kadın Kongresi (KJA) ibareli pankart ile teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın fotoğrafı bulunan dövizlerin taşındığı eyleme katıldı. - Emrullah Ataman: 2015 yılının başında Irak’ta faaliyet göstermek üzere Ağrı Dağı’ndan PKK/KCK terör örgütünün dağ kadrosuna katıldığı belirlendi. Gençlik yapılanmasında Belediye iştirakı Boğaziçi Konut Hizmet Yönetimi İşletim ve Ticaret A.Ş.’de çalışan Hüdeydan Ece’nin kimlik bilgileri, 26 Ocak 2001’de Gercüş’te yapılan arazi arama-tarama sırasında örgüt sığınağında bulundu. İSPER İstanbul Personel Yönetim A.Ş’de ev cihazları teknikeri olarak çalışan Serbun Yurtsever’in ise 2014’ün başında Irak’ta faaliyet göstermek üzere PKK/KCK’nın kırsal alanına katıldığı tespit edildi. Ayrıca örgütün gençlik yapılanması içerisinde birçok illegal eyleme katıldığı tespit edildi
  8. Suriye'de ekonomik sorunlar son dönemde derinleşirken, ülkenin kuzeyindeki bazı bölgelerde Türk Lirası'nın kullanımı artıyor. Suriyeli silahlı muhalif gruplar, hakim oldukları Afrin, Cerablus ve El Bab bölgelerinde, hali hazırda kullanılan Türk Lirası'nı son haftalarda özel olarak teşvik etmeye başladı. Bu kapsamda bölgedeki PTT ofisleri üzerinden piyasaya daha fazla banknot ve madeni paranın sokulduğunu belirtiliyor. El Kaide'nin Suriye'deki eski kolu olan grupların da içinde yer aldığı Hayat Tahrir el Şam (HTŞ) örgütünün kontrolündeki İdlib eyaletinde ise, HTŞ'nin oluşturduğu Kurtuluş Hükümeti adlı oluşum TL kullanımını zorunlu hale getirdi. Peki ülkenin bazı bölgelerinde Suriye Lirası yerine neden ve nasıl TL kullanılıyor? Tarafların gözünde TL'nin kullanımının yaygınlaşması ne anlama geliyor? Suriye ekonomisi açısından zorlu dönem Dokuz yıllık iç savaşta ciddi bir yıpranma yaşayan Suriye ekonomisi, son aylarda, yoğun ekonomik ilişkileri olan Lübnan'daki ekonomik krizin de etkisiyle daha zorlu bir döneme girdi. Suriye'deki en zengin iş adamlarından biri olan, Devlet Başkanı Beşar Esad'ın kuzeni Rami Mahluf'a para cezası kesilmesi ve kendisinin bunu ödemeyi kabul etmemesi de piyasalarda çalkantı yarattı. Bunların dışında ABD'nin 17 Haziran'da Sezar Yasası'yla yeni yaptırımları yürürlüğe sokması da bu zorlu süreci derinleştirdi. Ülkede enflasyon son birkaç haftada hızla yükselirken, gıda gibi temel ihtiyaç maddelerine ulaşım zorlaştı. Suriye Lirası ABD Doları karşısında önemli ölçüde değer kaybetti. Bugün bir dolar yaklaşık 3000 Suriye Lirası'na denk geliyor. Böyle bir süreçte Türk Lirası'nın, ülkenin kuzeyindeki bazı bölgelerindeki kullanımı yaygınlaşmaya başladı. Suriyeli muhalif lider: Türkiye ile görüştük, TL'yi teşvik ediyoruz Afrin, Cerablus ve El Bab bölgeleri, Türk ordusu ile Suriyeli silahlı muhalif grupların denetiminde bulunuyor. Türkiye, 2016 ve 2017'de düzenlediği Fırat Kalkanı Harekâtı ve 2018'de gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Harekâtı sonrası, bu bölgelerde PTT büroları kurmuştu. Türkiye'den idari mülkiye amirleri buralarda görev yapıyor. Sağlık ve eğitim hizmetleri çoğunlukla Türkiye tarafından organize edilip karşılanırken çöp toplama, su, elektrik gibi hizmetler de sınırın diğer tarafındaki Gaziantep ve Hatay belediyelerinin yardımıyla sağlanıyor. Buralarda oluşturulan yerel meclislerde görev yapan Suriyeli yöneticilerin maaşları da, polis ve asker gücü gibi, Türkiye tarafından TL olarak ödeniyor. Türkiye ile ticaret de devam ediyor. Muhaliflerin Suriye Geçici Hükümeti oluşumunun başındaki isim Abdurrahman Mustafa, BBC Türkçe'ye, son yaşanan ekonomik sorunların ardından, bu bölgelerde yeni bir arayış içerisine girdiklerini aktardı. Mustafa, "kurtarılmış bölge" olarak tarif ettiği bu alanlardaki Suriyelilerin birikimlerini bu zor ekonomik süreçte korumak amacıyla Türk yetkililerle toplantılar yaptıklarını ve sonuçta Türkiye'nin küçük banknotlar ve madeni paraları bu bölgeye aktardığını anlatıyor: "Bu bölgelerde Türk Lirası zaten tedavülde. Milli Ordu olsun, hükümet personeli olsun, yerel yönetimler olsun, sivil toplum örgütleri olsun, hepsinin maaşları ya dolarla ya da TL'yle karşılanıyordu. "Ama bizim oradaki sorunumuz, TL için küçük madeni paralar ve banknotlar olmamasıydı. Türk tarafıyla görüşmeler sonucu bu gerçekleştirildi. Bizim bölgelere küçük paraların, madeni para olsun, küçük banknotlar olsun, temini sağlandı." Mustafa, son dönemde bu bölgelerde Türk Lirası'nın kullanımını teşvik ettiklerini ancak bunun geçici bir durum olduğunu altını söylüyor: "Oradaki ekmek, akaryakıt ve diğer hususlarda artık Türk Lirası üzerinden fiyatlandırma yapılmasını teşvik ediyoruz. Ama yaptırım, karar yoktur. Bizim Suriye Lirası'nı iptal etme gibi bir amacımız yoktur. "Yine Suriye Lirası'yla alışveriş yapacak olan varsa özgürdür, bizim ona diyeceğimiz bir şey yoktur. "Bu da geçici bir uygulamadır. Suriye'de kapsamlı bir siyasal süreç olduktan sonra zaten ulusal paraya geçilecektir." Türk yetkili: Teşvik yok, Türk Lirası güvence olarak görülüyor Konuyla ilgili BBC Türkçe'ye konuşan üst düzey bir diplomatik kaynak ise TL kullanımının bu bölgelerdeki teşvik edilmesinde Türkiye'nin bir dahli olmadığını söylüyor: "Orada Suriye devleti var, başka bir devletin egemenlik hakları var. Biz burada daha sağlam durduğumuz için, piyasa koşullarına göre böyle bir gelişme oldu ancak bizim bunu Türkiye olarak teşvik etmemiz söz konusu değil." Diplomatik kaynak, Suriye'de savaştan önce de Türk Lirası'nın kabul edildiği yerlerin olduğunu, bunun ötesinde çok büyük bir değişim olmadığını söylüyor: "2010'da Halep çarşısına gittiğinizde de elinizde Türk Lirası varsa alışveriş yapabilirdiniz. Şu an eskiye göre tek farkı Suriye Lirası çok değer kaybettiği için Türk Lirası'nı insanların artık bir güvence olarak görmesi. Yoksa pratikte zaten kullanılıyordu. "Suriye'de bir savaş ekonomisi var. Her kesimden insan; Alevi, Sünni, Kürt fark etmiyor, daha kârlı çıkacağı, karşılığında daha fazla mal alabileceği para hangisiyse onu kullanır. "Bu bölgede hem Türkiye ile hem rejim ile ticaret yapan çok sayıda tüccar var. Ayrıca bu tüccarların uluslararası bağlantıları da çok güçlü, ülkenin üçte biri şu an yurt dışında yaşıyor, bunu hesaba katın. Bu sebeple döviz akışı da oluyor, onu da en kazançlı para birimine çevirip kullanıyorlar." Diplomatik yetkili, söz konusu ticaret ve para akışını anlatmak için şu ifadeyi kullanıyor: "Ankara'dan bir Türk Lirası'nı yere koyup yuvarlayın, o para Ürdün'den çıkar. Muhtemelen de değeri artarak çıkar." Türk yetkili TL ile ilgili gelişmeleri ekonomik şartlar açısından açıklamakla birlikte ortada belirli bir siyasi mesaj da olduğu kanısında: "Türk Lirası belli bir düzeyde güvenlik sağlıyor. Suriye Lirası değer kaybediyor ama biz buradayız ve güçlüyüz, mesajı verilmiş oluyor." İdlib'de neden Türk Lirası'na geçildi? İdlib'de, Türkiye dahil çeşitli ülkelerin terör örgütü listesinde yer alan HTŞ'nin kurduğu, Kurtuluş Hükümeti adlı oluşum bazı alanlarda artık TL'nin kullanılacağını açıktan ilan etmiş durumda. Bu oluşumun hem askeri gücü hem de polis gücü var. Oluşum, eyaletteki eğitim ve sağlık hizmetlerini de karşılıyor ve idareyle ilgili kuralları koyuyor. İdlib'de kullanılan temel gıda malzemeleri, ilaç, tekstil gibi ürünlerin ticareti çok büyük oranda Türkiye'den yapılıyor. Şam yönetiminin kontrol ettiği güney ve doğudaki bölgelerle yapılan kısıtlı ticaret, yılın başındaki çatışmalardan sonra neredeyse durma noktasına geldi. Türkiye'ye geçişlerin sağlandığı Cilvegözü Sınır Kapısı'nın HTŞ'nin elinde olması ve ticaretin büyük oranda buradan Türkiye ile sürmesi, İdlib'de de Türk lirasının yaygın olarak kullanılması sonucunu doğurmuştu. Son dönemde Suriye lirası değer kaybedince HTŞ, buna karşı önlem kapsamında bazı alanlarda Türk Lirası'nın kullanımını zorunlu hale getirdi. 10 Haziran'da Kurtuluş Hükümeti oluşumunun ekonomiden sorumlu ismi Bassel Abdülaziz, günlük alışverişlerde Türk Lirası'nın kullanılacağını, artık İdlib'de de maaşların Türk lirasıyla ödeneceğini duyurdu. Ekmek, benzin, ilaç gibi hayati önemdeki alışverişlerin TL ile yapılması zorunlu hale geldi. İdlib'de görev yapan uluslararası sivil toplum kuruluşları ve yardım derneklerinin çalışanlarına da maaşları TL ile ödeniyor. Ancak günlük küçük miktardaki alışverişler için ihtiyaç olan 5 TL, 10 TL değerindeki banknotlar ve madeni paralar, Afrin ve Cerablus'ta olduğu gibi PTT aracılığıyla sağlanmıyor çünkü İdlib'de Türkiye'nin resmi kurumları yok. TL, İdlib'e ticaretle nasıl geliyor? Türkiye'nin İdlib'de resmi kurumları olmaması nedeniyle eyalette "dövizci" adı verilen tüccarlar, İdlib'deki büyük ticaret faaliyetlerinde edinilen ve yine küçük banknotları bulunmayan dolar banknotlarını alıp Cilvegözü Sınır Kapısı'ndan Türkiye'ye geçiyor. Türkiye tarafında 100 dolarlık banknotları TL'ye çevirip İdlib'e geri götürüyorlar. Bu şekilde TL'nin bölgede daha fazla dolaşımı sağlanıyor. İdlib'de yaşayan, bu dolaşımı sağlayan tüccarlarla çalışan bir kişi, bu sistemi BBC Türkçe'ye anlatırken milyon dolarlık ticaret iddiasında bulunuyor: "Cilvegözü sınır kapısından geçtikten ilk büyük yerleşim birimi olan Sermede bölgesi, İdlib'in tüm ticaretinin geçiş noktası. Burada çok sayıda tüccar iş yapıyor. "Suriye lirası değer kaybedince zaten dolarla ticaret yapmaya başlamışlardı. Ellerinde dolar bu sebeple var. Ama şimdi ekmek gibi daha küçük miktardaki alışverişler için 2 dolar bulunmuyor örneğin. Bunu TL ile karşılamak gerekiyor. Onlar da dolarları Türkiye'ye götürüyor, 1 TL'den 10 TL'ye kadar paraları getirip günlük alışverişler için piyasaya sürmüş oluyor. "Benim şimdiye kadar bildiğim İdlib'deki insanlar bu tüccarlara toplam 6 milyon dolar verdi. O para, ya Türkiye'ye götürüldü ya da El Bab, Afrin ve Cerablus'a götürülüp PTT üzerinden TL'ye çevrildi." Suriyeli bu kaynak, hem HTŞ hem diğer bölgelerdeki yetkililerle iş yaptığı için ismini vermek istemiyor. "Tüccarların da HTŞ üyesi olmadığını, ancak şu an İdlib'de yönetimin fiili olarak HTŞ'nin elinde olduğu için onları kabul etmek zorunda olduklarını" söylüyor. Dolardan vazgeçilmesinin sebebini de şu ifadelerle anlatıyor: "Eskiden buradaki tüccarlar rejimle de iş yapardı. Para neredeyse oradalar… Ama rejimle yapılan iş karşılığı dolar gelirdi. Şimdi bu büyük değerdeki banknotlar kullanılamayacak hale geldi, rejim bölgesiyle ticari ilişki de neredeyse bitme noktasına geldi. Doları bu şekilde değerlendiriyorlar." BBC Türkçe'ye konuşan Türk diplomatik kaynak ise, İdlib'de HTŞ'nin TL'ye geçişi zorunlu kılan açıklamasından Ankara'nın çok rahatsız olduğunu söylüyor. Döviz geçişleri sorumuzu ise şu sözlerle yanıtlıyor: "Cilvegözü Sınır Kapısı HTŞ'ye ait. O taraftan onlar izin veriyor geçenlere. Ancak biz insani yardımlara ve ticarete devam ettiğimiz için belli bir kontrolden sonra sivillerin geçişlerine izin veriyoruz. Ticaret savaş öncesinde de vardı, şimdi de devam ediyor." Suriye yönetimi TL'nin kullanımına nasıl bakıyor? Suriye yönetiminin ise yaşananları, "Türkiye'nin işgal planının parçası olarak" gördüğü anlaşılıyor. Konuyla ilgili BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan, Şam'da yaşayan, hükümete yakın siyasi analist Arif Della, "bazı bölgelerde TL kullanımının arkasında doğrudan Türkiye olduğu" görüşünde Della, "Türkiye'nin uluslararası yasalara aykırı hareket ettiğini" savunuyor: "Türkiye'nin halihazırda işgal etmiş olduğu Suriye'deki topraklarda kendi para biriminin kullanılmasını dayatması hukuka aykırıdır. "Bu uygulama ve aralarında Türkiye'nin Suriye topraklarında insanları tutuklaması, apartheid duvarları örmesi, Suriye topraklarında Türkiye bayrağı dalgalandırması ve hem Türkiye hem de Türkiye'nin desteklediği terörist gruplar tarafından işgal edilen yerlerdeki okullarda Türk eğitim müfredatını dayatması; Türkiye'nin siyasetinin, işgalini sağlamlaştırmaya doğru gittiğini teyit etmektedir." Della, Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkinin de şu anda işgal eden ve edilen seviyesinde olduğunu söylüyor: "Türkiye ile Suriye arasındaki ikili ilişkiler, işgal eden ve işgal edilen seviyesine gelmiştir. İşgali Suriye-Türkiye ilişkilerini tanımlayan tek kavramdır ve buna Suriye tarafından kesinlikle karşı çıkılmalıdır." Bu arada Suriye'nin Kürtlerin denetimi altında bölgeleri de TL kullanımına tepki gösteriyor. BBC Türkçe'ye konuşan, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi adı verilen oluşumun Eş Başkan Yardımcısı Bedran Çiya Kürd şu yorumu yapıyor: "Bu, Türkiye'nin bu bölgeleri ilhak etmekte olduğunu teyit eden sayısız kanıttan biridir. Türkiye'nin Suriye'de kontrol ettiği bölgeler, Suriyeli karakterini yitirmektedir. Bu politikanın Suriye krizinin çözümü ile bölgedeki barış ve istikrarın geleceğinde ciddi ve negatif yansımaları olacaktır." Mart 2011'de başlayan iç savaş öncesi 21 milyon olan Suriye nüfusu, Dünya Bankası verilerin göre 2019'da 16 milyon 900 bine düşmüştü. Birleşmiş Milletler'in açıklamalarına göre, bu nüfusun 3 milyondan fazlasının İdlib'de yaşadığı düşünülüyor. 2017 öncesi 1,5 milyon olan bölgenin nüfusunun, silahlı grupların Şam yönetimine karşı kaybettiği bölgelerdeki halkın göçleri sonucu olarak 3 milyonu geçtiği belirtiliyor. Türkiye'nin açıkladığı verilere göre Afrin ve Fırat Kalkanı bölgesinde ise nüfus 2 milyona yaklaştı. Yani bu verilere göre neredeyse 6 milyon Suriyeliyi kapsayan bir alanda, yaygın olarak Türk lirasını kullanılıyor. Bu da ülke nüfusunun üçte birine denk geliyor. Suriye'de TL kullanımının yaygınlaşmasının ekonomik sonuçları önümüzdeki dönemde daha net görülecek. Ancak bunun siyasal sonuçları, özellikle Astana ve Soçi süreçlerine etki edip etmeyeceği de merak konusu
  9. MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Yaşar Yıldırım, Meclis Genel Kurulu'nda Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın Yargıtay'da dua etmesine yapılan eleştirilere sert sözlerle yanıt verdi. Yıldırım, "Mahkemelerde İncil'e el bastıran Batı'da laiklik elden gitmiyor ama devletin bir kurumunu Diyanet İşleri Başkanı duayla açtığı için ortalık ayağa kalkıyor. Burası Müslüman Türkiye. Allah'ın adı anılacak. Buna alışacaksın." ifadelerini kullandı. MHP milletvekilleri, TBMM Genel Kurulunda, Cumhurbaşkanlığı ile bağlı ve ilgili kuruluşların 2022 yılı bütçeleri üzerinde görüşlerini paylaştı. Meclis'te kürsüye çıkan MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Yaşar Yıldırım, Diyanet İşleri Başkanlığı'na yönelik yapılan olumsuz yorumlara sert çıktı. "Mesele İslam meselesidir" Yıldırım, "Mesele Diyanet meselesi değil, İslam meselesidir. İslam'ı Türkiye ve dünyada kurumsal olarak koruyan, doğru öğrenilmesini ve yaşatılmasını sağlayan kurum Diyanettir ve Diyanete yapılan saldırılar, bilerek veya bilmeyerek, İslam'a yapılan saldırılardır" dedi. "Niye rahatsız oluyorsun Allah'ın adının anılmasından?" Yaşar Yıldırım, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın Yargıtay'da dua etmesinin bazı eleştirilere neden olduğunu da hatırlatarak, "Laiklik elden gitmez. 'Laiklik' diyen Batı'ya bakın, parlamentoda, mahkemede İncil'in üzerine yemin ettirirler; devlet başkanı seçilir İncil'in üzerine yemin eder. Bizim Diyanet İşleri Başkanımız bir kurumun açılışında Allah'ın adını andı diye ortalık ayağa kalktı. Burası Müslüman Türkiye; Allah'ın adı anılacak, buna alışacaksın, buna tahammül edeceksin, bunlar olacak. Niye rahatsız oluyorsun Allah'ın adının anılmasından, bir kurumda dua edilmesinden? Allah'tan büyük müsün? Allah'tan dua etmede imtina mı ediyorsun?" değerlendirmesinde bulundu
  10. Amerika Birleşik Devletleri'nde sağlık yetkilileri, tromboz riski nedeniyle tüm yetişkinlerin Johnson & Johnson yerine Pfizer ve Moderna ile aşılanmasını tavsiye etti. Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezleri (CDC) tarafından açıklanan hareket, ülkede dokuz ölümün atfedildiği Johnson & Johnson aşısına bir darbe oldu. Özellikle alerjik reaksiyonlar nedeniyle haberci RNA aşılarının kontrendike olduğu kişiler için hala mevcut kalacak. ABD Başkanı Joe Biden, Amerikalıları aşı olmaya ve takviye dozlarını almaya çağırdı. ABD Başkanı aşılanmamışlar için "ciddi bir hastalık ve ölüm kışı" öngörerek, "Tek gerçek koruma, iğnenizi almaktır" dedi.
  11. Yeni Şafak Gazetesi köşe yazarı İbrahim Karagül bugünkü '-Korkunç pazarlık! “Erdoğan’ı devirin, iktidarı bize verin, o haritayı uygulayın.” -Seçim dışı hazırlık: Dedeağaç’taki ABD askeri sınırı geçecek. -Tarihimiz böyle ihanet görmedi!' başlıklı köşe yazısında Türkiye aleyhine kurulan paradigmalara değindi. İşte o yazı: Ne zaman içeride büyük fırtınalar koparılıyorsa bilin ki, dışarıda bir oyun tezgâhlanıyor. Bir şeyleri gizliyorlar. İçeridekileri harekete geçirerek, gözlerimizi kör ederek, dikkatleri içeriye çekerek etrafımızdaki tehlikeli bir şeyi örtmeye çalışıyorlar. Türkiye için bu hep böyle oldu. Her büyük olay öncesi, içerideki Truva atlarını harekete geçirdiler. Öyle büyük gürültü kopardılar ki, kafamızı kaldırıp ne olduğuna bakamaz hale geldik. Amaçları da buydu. Bunu hep başardılar. BAKIN BU SENARYOYU BİZ KAÇ KEZ GÖRDÜK! Bu oyunu, PKK’nın Türkiye’yi teröre boğduğu zamanlar gördük. Darbeye hazırlık aşamalarında gördük. Hükümet değiştirme, başbakan devirme aşamalarında gördük. Bölgesel bazı gelişmelerde Türkiye’yi oyun dışı bırakma aşamalarında gördük. Bu senaryoyu; FETÖ üzerinden rejim değiştirme projelerinde gördük. Irak’ın kuzeyinde Türkiye karşıtı cephe kurma girişimlerinde gördük. Suriye’nin kuzeyinde yüzlerce kilometre Türkiye karşıtı cephe kurma planlamalarında gördük. Bu senaryoyu; İran sınırından Akdeniz’e bir işgal cephesi kurma çalışmalarında gördük. Türkiye’nin güney sınırlarını, kapılarını tamamen kapatma çabalarında gördük. FETÖ üzerinden “içeriden darbe, dışarıdan müdahale” girişimlerinde gördük. ŞİMDİ YİNE DENİYORLAR.ÇAKALLAR GİBİ, SIRTLANLAR GİBİ YİNE SALDIRIYORLAR. Her senaryoda Türkiye içinde karışıklık çıkarıldı. Terör yapıldı, ekonomik saldırılar yapıldı. Siyasi bunalım çıkarıldı. Milletin kafasını karıştıracak bir plan mutlaka içeriye servis edildi. Akıl almaz yalan ve kurgularla zihinler iğfal edildi, gözler kör edildi. Şimdi yeniden deniyorlar. Siyasi partiler-terör örgütleri ittifakı cephesi ile içeride büyük bir bunalım çıkarmaya çalışıyorlar. “Âkil” sandığımız, öyle bilinen ama sonradan birer Truva atı olduğunu öğrendiğimiz adamlar da, bütün kitleleriyle bu yeni senaryo için seferber oldu. Siyasi ajanda görünümünde, iç iktidar mücadelesi görünümünde alabildiğine Türkiye’ye saldırmaya başladı. Ülkemiz için, milletimiz için, geniş tarih ve gelecek iddialarımız için ne varsa çakallar gibi, sırtlanlar gibi o adresleri vuruyorlar. TÜRKİYE’Yİ YORMAK, DURDURMAK, KÜÇÜLTMEK. ORTA KUŞAK DEPREMİ BU! Böyle bakınca dışarıda tehdit aramaya gerek bile yok. Hepsi içeride yapılması gerekeni zaten yapıyor. Dışarıdan işgal hariç, Türkiye’yi yormak, zayıflatmak, durdurmak hatta küçültmek için her tür silahı kullanıyorlar. Siyasi ittifak adı altında terör örgütleriyle bile ortaklık kurdular. Daha ne olabilirdi! Ama iş çok daha büyük. Çünkü Türkiye sandığımızdan çok daha büyük. İçeridekilerin algılayabileceğinden çok daha büyük. Çünkü Türkiye sadece Anadolu değil. Çizdiği gelecek haritası sadece Türkiye kadar değil. Yüzyılların tarihi ve birikimiyle büyük bir gelecek inşa ediliyorsa bu bütün coğrafyayı sarsacaktır.Yeryüzünün ana ekseni olan “Orta Kuşak”ta depremlere yol açacaktır. İÇERİDEKİLER SÖZ VERDİ. ANLAŞTILAR: ERDOĞAN’I DEVİR, HARİTAYI UYGULA! İçeridekiler iş sadece Türkiye sanıyorlar. Dışarıdakiler bütün bu coğrafya ve Orta Kuşak’ta neler olabileceğini hesaplıyorlar. Bu yüzden içeride yürütülen savaş, dışarıda yapılan planlamalar bölgesel ve küresel ölçeklidir. Artık Türkiye’nin hiçbir şeyi yerel değildir! Hatırlayın; İran sınırından Akdeniz’e bir harita uyguladılar. Terör örgütleriyle birlikte bu kuşak inşa etmeye çalıştılar. DEAŞ da bu işin içindeydi. 15 Temmuz’la bu harita tek bir projeydi. Başarılı olsa Türkiye şu an daha küçük bir ülke olacaktı. Türkiye, Güney cephesini dağıttı. Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki haritayı yırtıp attı. Ama bekliyorlar. “Erdoğan sonrası” kaldıkları yerden devam edecekler. İçerideki siyasi muhalefet cephesi bu konuda kendilerine zaten söz verdi. Anlaştılar! SİZ BİZE İKTİDARI VERİN, BİZ SİZE TÜRKİYE’Yİ VERELİM! “O proje kenarda dursun şimdilik” dediler, hemen Güneybatı'ya yöneldiler. Dünyanın bütün donanmasını, enerji şirketlerini, bütün Batılı ülkeleri, bazı bölge ülkelerini Doğu Akdeniz’e çağırdılar. Türkiye’yi hedef alan enerji merkezli yeni bir çevreleme planladılar. Türkiye buna da direndi. Şu ana kadar Akdeniz’de hiçbir proje uygulanamadı, uygulanamayacaktı da. Onlarca anlaşma yaptılar, bir adım ileriye gidemediler. Ancak burası için de “Erdoğan sonrası” sözleri verildi. Siyasi muhalefet-terör örgütleri cephesi Batı’ya İran sınırından Akdeniz’e, oradan Doğu Akdeniz’e kadar Türkiye’yi çevreleme projelerinin tamamına destek vereceklerini, karşılığında kendilerine içeride iktidar verilmesini istediler. Ahlâksız, çirkin bir pazarlık yaptılar. Tarih böyle bir ihanet görmedi! Şimdi asıl konuya gelelim. DEDEAĞAÇ’TAKİ ASKERÎ YIĞINAK AŞAĞILAMADIR, ÇOK BÜYÜK TEHDİTTİR. “Erdoğan sonrası” güvencesini alan ABD, Avrupa ve İsrail, cepheyi, çevrelemeyi batıya kaydırdı. Ege adaları silah deposuna dönüştürüldü. Yunanistan garnizon devlete dönüştürüldü. ABD, Avrupa ve İsrail, bu ülkeye korkunç derecede silah yığmaya başladı. Kıyılarımızın sıfır noktasında, sınırımızın 20 kilometre yakınında askeri üsler kuruluyor, yığınaklar yapılıyor. Dedeağaç’taki yığınak bu ülke için faciadır, aşağılamadır, büyük tehdittir. İran-Akdeniz hattında ne yapılıyorsa, Ege-Yunanistan’da aynı şey yapılıyor. İşte şu an içeride estirdikleri fırtına, çıkardıkları gürültünün tek sebebi bu askeri hazırlığı dikkatlerden uzak tutmaktır. BUNUN SİYASETLE, SEÇİMLE İLGİSİ YOK! TÜRKİYE’NİN VAROLUŞU TEHDİT ALTINDA, UYANIN! Rusya, Yunanistan’daki hazırlık içinuyarıda bulunmuş. Bir nebze haklılar. Çünkü Polonya’dan güneye, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Ege ve Akdeniz’e uzanan kuzey-güney hattı doğu-batı sınırı olarak çiziliyor. Doğu-batı cephesi olarak hazırlanıyor. Ama bu tehdit doğrudan Türkiye ile ilgili. Batı Kapısı’nda büyük yığınak var ve bu açık bir şekilde Türkiye’yi hedef alıyor. Ege’de kurulan cephe ne ise içeride kurulan cephe aynı. Birlikte çalışıyorlar. Bunun demokrasi ile, seçimle, siyasi ittifaklarla, hükümet değişimi ile, kimin ne kadar oy aldığı ile alakası yok. Bu, açık ve net bir şekilde Türkiye’nin varoluşu ile ilgili bir durum. “ERDOĞAN VARKEN BUNU YAPAMAZSINIZ. DEVİRİN, İSTEDİĞİNİZİ ALIN” DEDİLER. 1. İçeride siyasi parti-terör örgütleri ortaklığı güneyde cephe kuranlarla nasıl ortak çalıştıysa batıda cephe kuranlarla da ortak çalışıyor. FETÖ ve PKK nasıl onlarla çalıştıysa şu an aynısını siyasi partiler yapıyor. 2. Onlara; “Erdoğan’ı devirin bunların tamamını alacaksınız” dendi. Onlara; “içeride iktidarı bize verin bu projelerin hepsini size taahhüt ediyoruz” dendi. “Erdoğan varken yapamazsınız, şimdilik dondurun. Biz gelince istediğinizi alacaksınız” dendi. 3. Onlar da içerideki siyasi partileri FETÖ ve PKK ile ortak çatı altında topladı. İktidar sözü verdi. Erdoğan’ı devirme sözü verdi. TARİHİMİZ BÖYLE İHANET GÖRMEDİ. BÖYLE ALÇAKÇA BİR PAZARLIK GÖRMEDİ! 4. İçeride korkunç bir fırtına estiriliyor şimdi. Ekonomik saldırılar, itibar suikastları, milletin zihinlerini iğfal etmeye dönük yalan ve kurgu senaryoları tamamen bu pazarlığa bağlı uygulanıyor. 5. Siyasi tarihimiz korkunç ihanetler gördü. Ama böylesine tarih bile tanık olmamıştır. Tamamen vatanı satma, küçültme üzerine bir pazarlık yapıldı. 6. İki türlü senaryo var. Birincisi seçimle devirme. Bütün Batı, bunun için çabalıyor. İçerideki bütün söylem ve kurgular birlikte yürütülüyor. Muhalefete açık destek, açık talimatlar yağdırılıyor. 7. İkincisi seçim dışı devirme. İşte asıl pazarlık burada. Asıl vahamet burada. 15 Temmuz’da bir şeyi eksik bıraktılar. Şimdi Dedeağaç’taki askeri yığınak işte bu eksikliği gidermek için. SEÇİM DIŞI HAZIRLIK. DEDEAĞAÇ’TAKİ ABD ASKERİ, SINIRI GEÇECEK! 8. Seçimle deviremeyeceklerini anladıkları anda 15 Temmuz benzeri bir müdahale yapacaklar. Bu sefer Dedeağaç’tan ABD askerleri, Batılı askerler sınırı geçecek. Türkiye’ye girecek. İçeridekilere destek olmak için dışarıdan müdahale yapılacak. 9. ABD ve Avrupa’nın Yunanistan’daki hazırlığı sadece o ülkeye askeri destek ya da Rusya ile sınırlı bir durum değil. Şu an dünyanın en büyük jeopolitik müdahalesi Türkiye ile ilgilidir. Küresel güç haritasının şekli Türkiye’nin yükselişi ile değişiyor. Bunu durduracaklar. ASLA GERİ ADIM YOK. TÜRKİYE’YE SAHİP ÇIKIN! 10. Erdoğan varken, bugünkü siyasi akıl varken, devlet aklı varken, buna ayakta tutacak kadrolar iktidardayken bu müdahaleyi yapamayacaklar. İşte içeride gördüğümüz iktidar oyununun perde arkası bu! Osmanlı’ya yaptırımlarının aynısını Türkiye’ye yapmaya çalışıyorlar. Tıpatıp aynı. O zaman da bugün de; vatan ekseninde duranlar da, Batı ekseninde duranlar da aynı yerde. İhanet edenler damarından gelenler bugün de ihanet ediyor. Bunun siyasetle, iç politikayla zerre alakası yok. Çok büyük bir hesaplaşma var. Yüzyılların hesaplaşması bu. Asla durmayacak asla geri adım atmayacağız. Biz bu hesaplaşmayı kazanacağız. Kazanmak zorundayız. Türkiye’ye sahip çıkın!
  12. Türkiye'nin ihtiyacı olan kaynak; banka, banker ve tefeci elinde finansal saldırı için birer silaha dönüşüyor. Ayaklı borsadan yüksek getiri vaadiyle para toplayan bankerler de kura saldırıyor. Merkez Bankası’nın yatırım, üretim ve istihdamı artırmak için son üç toplantıda yaptığı faiz indirimlerini kredilerine yansıtmayan bazı bankalar, topladıkları mevduatla da kur manipülasyonu yapıyor. Ayaklı borsadan yüksek getiri vaadiyle para toplayan bankerler de kura saldırıyor. Bazı yabancı bankalar da bu “paralel bankacılık” sistemine çanak tutuyor. Bankaların kur oyunu bununla sınırlı değil. Kredi notu düşük olduğu için finansmana ulaşamayan işletme sahipleri, faktoring şirketlerine yönlendiriliyor. Bankalarda %25’lere ulaşan kredi maliyeti faktöringde tefecileri aratmayacak şekilde %40’lara çıkıyor. Tabii bu işletmelerin karlılığını silip krize sürüklüyor. Merkez Bankası’nın, ekonominin can damarı yatırım üretim ve istihdamı artırmak için son üç toplantıda yaptığı faiz indirimlerini bazı bankaların kredilerine yansıtmakta cimri davranması, yatırımların önüne set çekiyor. Hatta yabancı sermayeli bazı bankaların vatandaştan topladıkları mevduatı, piyasaya sunmak yerine döviz hesaplarında değerlendirmesi hem finansmana erişimi zorlaştırıyor, hem de maliyeti artırıyor. Banka, banker ve tefecinin kazancını önceleyen bu sistem, yatırımcıyı cezalandırıyor. Enflasyona da neden olan bu döngü, fiyatların şişirilmesi yoluyla vatandaşı da soyuyor. Yatırıma gitmesi gereken para dövizde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) verilerine göre, bankalardaki 5 trilyon liralık mevduatın 1,9 trilyon lirası TL cinsi hesaplarda tutuluyor. Geri kalan 3,1 trilyon liranın ise döviz hesaplarında tutulması dikkat çekiyor. Döviz hesaplarından çıkıp TL, altın ve borsa gibi yatırım araçlarına dönenlerin sayısı ve yaptıkları işlem miktarı son haftalarda artsa da spekülatörlerin kur saldırısı bireysel küçük yatırımcıların kafasını karıştırıyor. Bu nedenle hala bankalarda yaklaşık 260 milyar dolarlık döviz mevduatı var. Bankalardaki 5 trilyon liralık mevduatın 3,1 trilyonunun dövizde tutulması, TL olarak verilecek kredinin miktarını kısıtlıyor. Para 'bankerler grubu'nun elinde Bazı bankaların da dahil olduğu grupların yaptığı dolar alımları nedeniyle döviz kurları aşırı yükseliyor. Bireysel yatırımcılar da TL’deki değer kaybı karşısında varlıklarını korumak için dolar spekülatörlerinin peşine takılarak büyük risk alıyor. Özellikle İstanbul Kapalıçarşı’daki ayaklı döviz borsasında açığa satış tezgahları dikkat çekiyor. Elinde olmayan yatırım araçlarına alım emri veren bir grubun varlığı dikkat çekiyor. Kapalıçarşı’da ‘bankerler grubu’ olarak da nitelendirilen simsarların küçük yatırımcılardan yüksek getiri vaadiyle para toplayıp dolara saldırdığı belirtiliyor. Banka üst düzey yöneticilerinin de aralarında bulunduğu Kapalıçarşı’daki ‘bankerler grubu’nun, açığa satış yöntemiyle dolar ve avro gibi döviz cinsi para birimlerinden yüksek alımlar yaptığı ifade ediliyor. Paralel bankacılık Kayıt dışı çalışan bu piyasada günde milyarlarca dolarlık alım-satım oluyor. Kayıt dışı piyasadaki günlük işlem hacmi, açığa satış yöntemi nedeniyle taahhüt edilen parasal miktarlarının on katına kadar çıkabiliyor. Bazı kuyumcu ve dövizcilerde yoğunlaşan büyük hacimli işlemler için zaman zaman bankaların kapısı da çalınıyor. Bazı bankaların çanak tuttuğu bu piyasa, paralel bir bankacılık sistemi gibi işliyor. Bu sistemin oluşturduğu suni talep de döviz piyasasında köpürtülmüş büyük bir talebe neden oluyor. Canına kıyanlar var 2018’deki kur saldırısında aktif rol oynayan Londra ve New York gibi merkezlerdeki yabancıların açığa satış yapmaları gibi, Kapalıçarşı’da yapılan açığa satışları sonuçlandıramadıkları için büyük zararlar yapanlar var. Bankerler, topladıkları paraları çeviremeyip büyük zararlar da yapıyorlar. Bu tür durumlarda genellikle bankerler adına işlem yaptıkları kişilerin teminatlarını yakıp ortadan kayboluyor. Elinde avucunda ne varsa kaybeden bazı aracıların ortadan kaybolduğu, hatta canına kıyanların olduğu belirtiliyor. 'Açığa satış'la saldırı Kuralın sorumsuzca kullanılması “açığa satış” mevzuatına çeki düzen vermeyi gerektiriyor. Çünkü milletten para toplayan aracılar, onların adına hesap açıp yine onlar adına eldeki miktarın 4-5 katı kadar işlem yapabiliyor. Küçük yatırımcılardan “yüksek getiri” vaadiyle para toplayan dolar simsarlarının elinde biriken paranın 5 katı kadar işlem yapma imkânının geçmesi, kurlarla istedikleri gibi oynama fırsatı veriyor. Bankalar kredi vermek yerine yüzde 40 faize zorluyor Finansal Kurumlar Birliği verilerine göre, Türkiye’de 54 faktoring şirketi faaliyet gösteriyor. Söz konusu şirketler arasında yerli ve yabancı bankaların da iştirakleri bulunuyor. Bankaların “Kredibiliten düşük” diyerek kredi vermediklerini faktöring şirketlerine yönlendiriyor. Bankadan kredi bulamayan, ancak paraya sıkışan herhangi bir işletme sahibi, vadesi gelmemiş çeki bozdurmak için faktoring şirketlerinin yolunu tutuyor. Başka bir ifadeyle, vadesi gelmemiş alacaklarını, çek kırdırarak nakit sağlıyor. Ancak faiz oranları neredeyse tefeciden farksız. Bankalarda ortalama kredi maliyeti yüzde 25’se, bu firmalarda yüzde 40’a kadar çıkıyor. Tefeci faizini aratmayacak şekilde yüzde 40’lara çıkabilen bu maliyetler işletmelerin karlılığını silip süpürüyor. Bankadan kredi talebinden bulunan herhangi bir şirket yetkilisinin kredi onayı büyük oranda kredi notuna bağlı. Şayet kredi notu düşükse ya da kara listeye girdiyse kredi çıkması zor. Ancak banka müşterisinin eskiden beri tanınıyor olması, ihtiyacı ve aciliyeti karşısında faktoring şirketlerine yönlendirme yapılabiliyor. Bir bankacıdan edinilen bilgilere göre, kredi onayı çıkmayan bir müşteriye ‘kredi bizde zor ancak şu faktoring şirketiyle de istersen bir görüş’ diye yönlendirme yapılabiliyor. Ancak bunu kredi başvurusunda bulunan herkese değil, ikili ilişkilerin iyi olduğu, eskiden beri tanınan ve güven sağlamış firma sahibi için yapılması söz konusu. Bankaların kredilendirmede daha sağlamcı olduğuna işaret eden yetkili, “Faktoringde çek karşılığı işlem yapılabiliyor ve firmanın vergi levhası da olması lazım” dedi. İlgili kurumlar ne yapıyor? Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Sermaye Piyasası Kurulu, Rekabet Kurulu, Mali Suçları Araştırma Kurulu ve Devlet Denetleme Kurulu gibi düzenleyici ve denetleyici kurumların bu paralel bankacılık sistemi karşısında neler yaptığı merak ediliyor. (Yeni Şafak)
  13. Kalsiyum bütün canlılar için en önemli olan minerallerdendir. İnsan vücudunun en çok ihtiyacı olan mineraldir. Kemik, diş, kalp ve cilt sağlığı açısından oldukça büyük öneme sahiptir. Süt ürünleri ve özellikle yeşil sebzelerden bol miktarda bulunur. Sağlığımızı korumak için kalsiyum açısından zengin olan besinleri soframızdan eksik etmememiz gerekiyor. Sizler için hazırladığımız kalsiyum açısından zengin olan besinler. Badem Fıstık, susam, fındık ve keten tohumu gibi besinlerde de oldukça bulunan kalsiyum en çok badem de vardır. Bir avuç bademde 76mg kalsiyum bulunmaktadır. Brokoli ve Ispanak 100 gr taze ıspanak 210 mg kalsiyum içermektedir. Pişirilen ıspanak kalsiyumunu kaybettiğinden dolayı salatalara çiğ doğranarak yenmesi daha fazla kalsiyum alma açısından tavsiye edilmektedir. Haşlanmış bir bardak Brokoli de ise 154mg kalsiyum bulunmaktadır Yoğurt, Peynir ve Süt 1 kase yoğurtta 300mg kalsiyum bulunur. 2 dilim kadar peynirde ise 224mg kalsiyum vardır. 1 bardak sütün içerisinde 250mh kalsiyum bulunmaktadır. Kalsiyum açısından oldukça zengin olan bu besinler günlük düzenli olarak tüketilmelidir. Balık Sardalya, somon, ringa ve ton balığı gibi bütün balık türlerinde bulunan kalsiyum en çok kılçığıyla da tüketilebilen hamsi ve küçük balıklarda bulunmaktadır. Kırmızı Mercimek ve Nohut Kırmızı ve yeşil mercimekte kalsiyum açısından zengin bakliyatlar arasındadır. Bir diğer zengin bakliyat nohutun 100 gramında 105 mg kalsiyum bulunmaktadır. Yumurta Kalsiyum açısından zengin olan yumurtanın 1 adedinde 50mg kalsiyum bulunmaktadır. Soğan Lahana Fasulye Soya Kuru Kayısı Kereviz Salatalık içerisinde kalsiyum bulunan besinler arasındadır
  14. Son yılların tarihi dizilerinde adeta bir çığır açan Mehmet Bozdağ’dan İslam öncesi dönemi ve bir kadın savaşçıyı anlatan tarihi bir dizi geliyor. Destan dizisinde savaşçı bir kadın olan Akkız güzel olduğu kadar cesur ve bileği bükülmez bir savaşçı. Destan dizisinin ilk tanıtımı yapıldığından beri herkesin merak ettiği tek soru İslam öncesi dönemde gerçekten Akkız adında kadın bir savaşçının var olup olmadığı. Peki Akkız adında tarihi bir kadın savaşçı var mı? Tarihte Akkız Kimdir? Türk toplumunda kadın çok önemli bir yere sahiptir. Özellikle Türk Destanlarında kadının yeri çok önemlidir. Tarihi kaynaklara göre Akkız adından kadın bir savaşçı yok. Fakat Türk destanlarında bir çok kadın savaşçı geçmektedir. Türk Destanlarında kadın savaşçılar Alp Kadın olarak geçmektedir. Dünyanın en uzun destanı olan Manas Destan’ında Kanıkey, Çayırdı Hatun, Ak Erkeç ve Ay Çörek isminde bir çok savaşçı Alp Kadın yer almaktadır. Türk Destanlarında kadınlarında cesur ve kuvvetli olması şarttı. Alp olan her kadın muhakkak at binmeyi ve silah kullanmayı bilmesi bir zorunluluktu. Tarihte Selcen Hatun, Banı Çiçek ve Boyu Uzun Burla Hatun bu tip kadınlara örnek gösterilebilir. Türk destanlarının neresinden bakarsanız bakın iyi bir eş ve anne tipi olmasını yanında kadın cesur, gözü pek ve mücadeleci bir savaşçıdır. Alp kadınlar yeri geldiğinde savaşçı yeri geldiğinde akıl danışılan bilge kişilerdi. Bunlardan biri olan Kağan eşi Kurmanca Datça, her zaman eşinin yanında yer almış ve ülke yöneticiliği yapmıştır. Destan 8. yüzyıl Ortaçağ’da İslam öncesi dönemde vahşi bir çağ yaşanırken dağların kızı olarak bilinen Akkız’ın cesareti ve savaşçılığı ile adaletsizliğe baş kaldırdığı bir destanın hikayesini anlatacak. Akkız yüreğinde cesaret ve merhameti barındırarak haksızlığa karşı büyük bir savaş verecektir
  15. Yediklerinizin reflü semptomlarınızı alevlendirmesinden muzdaripseniz, uzak durmanız gereken besinlerin listesine gelin birlikte göz atalım! Akılsızca yemek yeme eğiliminde misiniz ve sonunda mide bulantısı mı hissediyorsunuz? Eğer öyleyse, bunun nedeni asitlik olarak da bilinen asit reflüsü ile mücadele ediyor olmanız olabilir. Hemen hemen hepimiz zaman zaman bir dereceye kadar mide ekşimesi veya asitlik yaşarız. Ama boğazdaki tüm yakıcı, acı tat, midedeki gazlı şişkinlik asit reflüsüne işaret ediyor. Ne yerseniz yiyin ağzınızdan yemek borunuza ve midenize gider. Bu nedenle, yediğiniz her şey sindirim sisteminizi etkiler. Yanlış yiyecekleri yerseniz durumun daha da kötüleşebileceğini anlamak önemlidir. Midenin normal sindirimini ve pH dengesini bozarak asit oluşumuna yol açabilecek çeşitli yiyecekler vardır. İşte, reflüyü şiddetlendirebilecek yiyeceklerden bazıları; 1. KAFEİN Kahve, kafeinli çaylar, gazlı içecekler ve enerji içecekleri, asit üretimini artırarak reflü semptomlarını yoğunlaştırabilen ve mide ekşimesine de neden olabilen kafein içerir. Böyle bir rahatsızlık yaşıyorsanız, kafeini diyetinizden tamamen çıkarmak daha iyidir. 2. BAHARATLI YİYECEKLER Acı biber yiyor musunuz? Yemek borusunu tahriş edebilecek ve mide ekşimesi semptomlarını şiddetlendirebilecek kapsaisin içerdiklerinden, bunu yapma kararınızı yeniden düşünebilirsiniz. Acı biber tükettiğinizde ortaya çıkabilecek reflü şikayetlerine hazırlıklı olun. 3. ALKOL Alkolün tüm biçimleri kişinin sağlığı üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olma eğilimindedir. Sindirim sistemi ile birlikte vücudun her yerine zarar verebilir. Özellikle gastroözofageal reflü hastalığı (GÖRH) olanlar için sorun olabilir. Alkol tüketimi mideyi alevlendirebilir ve tahriş edebilir ve yemek borusu sfinkterinin işleyişini bozabilir. Alkol de mide ekşimesine neden olabilir. 4. GAZLI İÇECEKLER Gazlı içecekler ve enerji içecekleri gibi gazlı içecekler asidik ve kafeinlidir. Midede daha fazla asit birikmesi zaten reflünün başlıca sebepleri arasında gösterilir. Reflüyü kontrol altına almak istiyorsanız, gazlı içecekleri hayatınızdan tamamen çıkarın. 5. ÇİKOLATA ‘Çikoltanın mide asidiyle ve reflüyle ne ilgili var?’ dediğinizi duyar gibiyiz. Çikolata, serotonin salgılayan bağırsak hücrelerine yol açarak yemek borusu sfinkterinin gevşemesine ve mide asidinin yukarı doğru akmasına neden olur. Yani, reflü için gerekli olanları sunabilir. 6. DOMATES Domatesler doğada asidiktir ve asitlik sorunlarına neden olabilir. Asit içeren yiyecekler, reflü rahatsızlığı olanların uzak durması gereken bir numaralı besin grubudur. Ayrıca, domatesin kabuğu da sindirimi güç olduğundan midenin ekstra asit üretmesine neden olur. 7. İŞLENMİŞ GIDALAR Günlük olarak işlenmiş gıdalar tüketiyor musunuz? Evet ise, onlardan vazgeçmek zorunda kalacaksınız. Bu yiyeceklerin asitliği davet ettiği bilinen bir gerçektir. Bu nedenle, yemeye hazır yemeklerden, keklerden, bisküvilerden ve konserve sebzelerden kaçının. 8. KIZARTILMIŞ YİYECEKLER Patates kızartması, cips veya soğan halkası gibi derin yağda kızartılmış yiyeceklerin hayranı mısınız? Onlar da asitliğe neden olabilir. Kızartma bol yağ içermesi ve yağlarının yanma derecelerinde olması mide asitliliğinin nedenlerindendir. 9. NARENCİYE Narenciyeler, midenizdeki asit üretimini artırdıkları için asitliğin yaygın bir nedenidir. Limonlar ve tatlı misket limonları en fazla sitrik aside sahip yiyeceklerdir. Özellikle kış mevsiminde uzak durması zor besinler olsa da, reflü ataklarının başlamasını istemezsiniz, değil mi?
  16. Nar meyvesinin kabuğu da en az kendisi kadar faydalıdır. Nar kabuklarının kurutulmasıyla elde edilen nar kabuğu çayı, anti-kanser maddesi olarak kabul edilir ve vücuttaki kanserli hücrelerin temizlenmesinde etkili rol oynar. Ellagik asit bakımından zengin olan nar kabuğu, güçlü bir antioksidan özellik gösteriyor. Bilim literatüsünde punica grantum olarak geçen nar ılıman iklimde yetişen dışı sert kabuklu içinde tanecikleri olan nar ekşi tatlı tatlara sahiptir. Akdeniz havzasında yetişen nar yüzyıllardır ilaç ve kozmetik sanayisinde kullanılır. Doğal ilaç olarak kayıtlara geçen nar kabuğu hakkında yapılan araştırmalarda kanser savar olarak kabul edilmiştir. Vücuttaki hücreleri adeta yenileyen nar kabuğunun kaynatılıp suyu çeşitli alanlarda da kullanılabilir. Günümüzde Uzakdoğu ülkelerinde nar suyunun cilt yenileyici tonik olarak sıklıkla kullanıldığı görülmüştür. Ayrıca araştırmalarda nar kabuğunun damar tıkanıklığını önlediği ve kan hücrelerinin sayısını artırdığı tespit edilmiştir. Nasıl yapılır? Güneşte kurutulan nar kabuklarından ne kadar tüketecekseniz. Göz kararı bir cezveye koyup üzerine su ekleyip kaynatın. 15 dakika kaynadıktan sonra 5 dakika da demlenmesini bekleyin. Kullanacağınız yere göre sıcaklığını siz belirleyin. Eğer grip ya da nezle için ise sıcak tüketilmesi daha sağlıklı. Nar kabuğu çayının faydaları İlaç gibi olan nar kabuğundan yapılan çay özellikle ağız içerisinde enfeksiyonlu hücrelerin birikmesini önler. Ağız kokusuna yol açan dil üzerinde biriken sarı tabakanın da oluşumunu önler. İçerdiği asitlerin kaynama esnasında suya karışır. Bu asitlerde yemek borusundan mide ve bağırsaklara kadar tüm sindirim sisteminin temizlenmesinde yardımcı olur. Sindirimi kolaylaştırdığından kabızlığın yaşanmasını engeller. Ayrıca bağırsak florasını dengeler. Besinlerin sağlıklı bir şekilde emilip kana karışmasını sağlar. Yapılan araştırmalarda prostat kanseri için güçlü bir doğal ilaç olduğu kabul edilmiştir. Kabukta bulunan aktif metastatik asidi kanserli hücrelerin gelişimini zayıflatır. Kabuklardaki lifler suya karıştığından nar kabuğu çayı tok tutar. Özellikle zayıflamak isteyenler için ideal bir çay çeşididir. Hem tok tutar hem vücudun enerji seviyesini yükseltir. Flavanoitler bakımından zengin olan nar kabuğu çayı, karaciğerin daha sağlıklı işlemesini sağlar. Toksinlerin hızla vücuttan atılmasını sağlayan nar kabuğu çayı bu sayede iltihap birikmesinin önüne geçer. Ödem birikmesine izin vermez. Kemik ve kaslardaki esnekliği destekler. Sinir hücrelerinin vücut içindeki mekanizmasını güçlendirir. Uzmanlar aşırı stres ve yoğun iş temposundan sonra bir bardak içerek sinirlerin rahatlayacağını vurgular. Nar kabukları sadece tüketilmez. Aynı zamanda banyo suyuna eklendiğinde say diplerindeki yağlanmaya neden olan mantarları yok eder. Saç köklerini güçlendirir. Cilt yüzeyinde bakterin sayısını azaltarak gözeneklerden toksinlerin daha sağlıklı atılmasını sağlar. Vücudun ateş oranını düşürür. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Virüslerin baş düşmanıdır. Akciğere virüsleri inmeden balgam ya da idrar yoluyla atılmasına yardımcı olur. Nar kabukları kaynatılıp elde edilen 4 bardak suyu bir kovaya boşaltın. İçine elma sirkesi ekleyip ayaklarınızı bu su da bekletin. Vücuttaki kan akışını düzenler. Ayrıca nar kabuğu suyu toksin olarak cildin temizlenmesinde kullanılabilir. Sivilceleri azaltan nar kabuğu suyu aynı zamanda gözenekleri temizler. Akne oluşumunu engeller. Ayrıca cildin daha diri ve sağlıklı görünmesini sağlar.
  17. Yengeç etinden güzel bir köfte tarifi. Maydanozlu soğanlı hazırlayabileceğiniz yemeklerinizin salatalarınızın yanına yakışacak güzel bir köfte tarif… Malzemeler 4 dal yeşil soğan 1 yemek kaşığı mayonez 1 yemek kaşığı limon kabuğu rendesi 1/4 yemek kaşığı taze biber Tuz 1 yemek kaşığı kıyılmış maydanoz 1 adet yumurta 2/3 fincan ekmek kırıntısı 500 gram yengeç eti Zeytinyağı Hazırlanışı Yengeç etini 5 dakika kadar kırmızı rengini alana kadar pişirin. Bir kasenin içine yumurtayı alıp çırpın. Ardından içerisine tuz, karabiber, limon kabuğunun rendesi, ekmek kırıntıları, ince kıyılmış maydanozu, taze biber ve taze soğanı ince kıyarak ilave edin. Bu karışımın içine son olarak da yengeç etlerini ve mayonezi ilave edip homojen bir karışım olana kadar güzelce karıştırın. Karışımdan istediğiniz şekilde köfteler yapın. Bir tavaya bol miktarda koyduğunuz yağı kızdırın. Hazırladığınız yengeç köftelerini kızgın yağın içinde güzelce kızartın. Afiyet Olsun
  18. Diyarbakır'ın Çınar ilçesinde bulunan Zerzevan Kalesi'ndeki kazı ve restorasyon çalışmalarına, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Dicle Üniversitesi'nin desteğiyle Doç. Dr. Aytaç Coşkun başkanlığında 2014 yılında başlandı Turistlerin yanı sıra turizmcileri de dikkatini çekmeye başlayan Zerzevan Kalesi'ne ilgi, her geçen gün artıyor "ZİYARETÇİLER 300 BİNİ GEÇTİ" Kazı Heyeti Başkanı Doç. Dr. Aytaç Coşkun, Zerzevan Kalesi ile çevresine 1400 yıl boyunca el değmediğini belirterek, "Zerzevan'da bir kalenin varlığı biliniyordu. Bunun dışında hiçbir bilgi ve hiçbir çalışmanın yapılmadığı bir yer. Ve burası ziyaret edilmeyen bir noktaydı. Şu an dünyanın her yerinden Zerzevan Kalesi'ne ziyaretçiler var ki; şu an 300 bin rakamını geçti. Yıl sonuna kadar 400 bini bulacak" dedi. Salgının sona ermesi ile Zerzevan Kalesi'ne ziyaret sayısının 1 milyon kişiyi aşacağını belirten Coşkun, şunları söyledi: "Hem yurt içinden hem de yurt dışından 1 milyon ziyaretçi beklentimiz var. Birçok tur programında Zerzevan Kalesi ve Mithras Tapınağı bulunuyor. Bölgede sadece Zerzevan Kalesi ve Mithras Tapınağı'na yönelik turlar da yapılmaya başladı. Şu an dünyanın aslında en önemli destinasyonlarından birisi haline geldi. Bunun sebebi de dünyanın en iyi korunmuş garnizonlarından birisi olması" "3 bin yıllık tarihi burada görebiliyorsunuz" diyen Coşkun, "Zerzevan Kalesi'ndeki çalışmaların hem ekonomiye hem de istihdama büyük faydası var. Ziyaretçi sayısı da her geçen gün daha da artıyor. Zerzevan Kalesi sadece Diyarbakır'ı değil; Mardin, Şanlıurfa ve Batman gibi çevre kentleri de etkileyebilecek bir potansiyele sahip" diye konuştu "HEM YER ÜSTÜ HEM YER ALTI ŞEHRİ BULUNMAKTA" Dünyanın en iyi korunmuş askeri yerleşiminden, son olarak Mithras'ın çıkarıldığını hatırlatan Coşkun, bu yapının Roma'nın doğu sınırındaki ilk tapınak olduğunu belirterek şöyle konuştu: "Zerzevan Kalesi ve Mithras Tapınağı; ilimizin, bölgemizin ve ülkemizin turizmi açısından son derece önemlidir. 1200 metre uzunluğunda, 12-15 metre yüksekliğinde surlarla çevrelenmiş askeri yerleşimde, kamu yapılarının bulunduğu güney alanda, 21 metre yüksekliğinde gözetleme ve savunma kulesi (güney kule), kilise, yönetim binası, arsenal, kaya sunağı gibi mimari kalıntılar yer almaktadır" "Kuzeyinde de caddeler, sokaklar ve konutlar takip edilebilmektedir. Konutların bulunduğu alanda aynı zamanda su sarnıçları, yer altı kilisesi, yer altı sığınağı, dünyada bulunmuş son, Roma'nın doğu sınırındaki ilk Mithras Tapınağı tespit edilmiştir. Surların dışında da yerleşime su sağlayan kanallar, sunu çanakları ve taş ocakları; nekropol alanında ise kaya mezarları ve tonozlu mezarlar dikkati çekmektedir. Zerzevan Kalesi'nde hem yer üstü hem de büyük bir yer altı şehri bulunmaktadır"
  19. TOGG'da son durum: Fabrika Mayıs'a bitecek, üretim Ağustos'ta başlayacak Yerli ve elektrikli otomobil projesi ile ilgili epeydir ses seda çıkmayınca, durumun ne olduğunu merak edip, TOGG’un kurumsal iletişimini yöneten eski gazeteci dostum Hakan Özenen’i aradım. “Durum ne?” diye sormak için. “Her şey yolunda” dedi, “Programa uygun bir şekilde ilerliyoruz. Hatta biraz önüne bile geçtik sanki. Biz de önümüzdeki hafta seni arayıp bir davet etmek istiyorduk. Sen önce aradın” dedi ve TOGG’un CEO’su Gürcan Karakaş ile birlikte beni hem Gemlik’teki fabrikayı görmeye, hem de TOGG’un Bilişim Vadisi’ndeki merkezindeki gelişmeleri yerinde izlemeye davet ettiler. 1 MİLYON 200 BİN METREKARE Devasa tesisi uzaktan görünce açık söyleyeyim önce Renault'nun tesisleri zantettim ve salakça bir şekilde Karakaş ve Özenen'e bunu da sordum. Gülümsediler. Uzaktan Renault fabrikası zannettiğim devasa tesisin aslında inşaatı süren TOGG fabrikası olduğunu yanına varınca anladım. Önce tesisin üzerinde birkaç tur attık. Yaklaşık 1 milyon 200 bin metrekarelik bir alana yayılan tesisin yanındaki bir yüz dönümden büyük boş bir araziyi gösteren Gürcan Karakaş, “Batarya üretimini Farasis ile birlikte yapacağımız fabrikayı da buraya kuracağız” dedi. TOGG’un batarya üretimi için Amerikan menşeli Çin şirketi Farasis ile birlikte SiRO adında yeni bir şirket kurduğunu zaten biliyorduk. TOGG’un fabrikası yaklaştıkça daha da büyüyordu. Geçen sene maket üzerinde gördüğüm tesis, artık ortaya çıkmış ve tam da maketteki gibi yerleşmişti. Montaj bölümler, tam ortalarındaki boya tesisi, ofis binaları ve enerji binası hepsi ortaya çıkmıştı. Sadece “Kullanıcı deneyim merkezi” dedikleri modern şekilli bina ortada yoktu. Karakaş “Onun için de bir mimari proje yarışması yapıyoruz” dedi. Bizi alan araçlarla muazzam büyüklükteki bir inşaat alanının içinden geçerek şantiye binalarına vardık. HONDA'YI KÜÇÜK DİYE ALMAMIŞLAR Sürmekte olan inşaatın boyutu gerçekten devasaydı. Bir yandan altyapı bir yandan üst yapı inşaatı sürüyordu. Karakaş’a “Bu kadar büyük boş bir araziyi nereden buldunuz” diye sordum. Arazi aslında TSK’ya aitmiş. TSK araziyi Milli Emlak’a devretmiş, oradan da TOGG’a tahsis edilmiş. Kara Kuvvetleri burada köpek ve at eğitimleri yapıyormuş. Hala da bir bölümü Genelkurmay’a ait ve aynı amaçla kullanımı devam ediyor. Şantiye binalarından toplantı amaçlı kullanılan büyük olana giriyoruz. Gürcan Karakaş’a ilk kritik sorumu soruyorum. “Honda fabrikası kapatıldı ve Honda çıktı gitti. Niye Honda fabrikasını satın almadınız da, yeni bir tesis yapmayı tercih ettiniz? Daha çabuk ve daha ucuz olmaz mıydı?” “Bizim üretim takvimimize uymadığı için Honda fabrikasını almadık ama Honda’daki en önemli şeyi aldık” diyerek bizi karşılayan kişiyi işaret etti. O kişi Murat Akdaş’tı. Kapanan Honda fabrikasının başındaki kişi idi. 23 yıllık Honda deneyiminden sonra Honda’nın Türkiye fabrikasının kapanması sonrası 63 kişilik üretim ekibi ile birlikte TOGG’a geçmişti ve şimdi fabrikayı kuruyordu. Karakaş, şöyle anlattı: “Birincisi biz şu anda otomotiv dünyasının kalbindeyiz. Tüm yan sanayinin tam göbeğinde. Herkese eşit uzaklıkta ve hemen limanın yanında. Ama daha önemlisi şu. Honda fabrikasının kapasitesi bizim hedeflediğimiz kapasitenin çok çok altında. Yani Honda fabrikasını satın alsak, büyütme projesi yapmamız gerekiyordu. Ve Honda’nın böyle bir imkanı yok. Arazisi küçük. Sağı solu hep dolu. Yani gerekli hallerde büyüyemezdik. Büyüme maliyeti çok daha yüksek olurdu. Bu yüzden inceledik ama işimize yaramadı.” FABRİKANIN ALTINDA 70 KATLI 4 GÖKDELEN VAR Genel bir bilgilendirmeden sonra tesisi gezmeye çıktık. Deprem riskini ortadan kaldırmak için tüm tesis araziye çakılmış binlerce kazığın üzerine oturtulmuştu. Karakaş, “Yerin altına çaktığımız kazıklara kullandığımız betonla her biri 70 katlı 4 gökdelen yapabilirdik. Bölgedeki çimento fabrikası 3 ay tüm üretimini bize verdi” dedi. Sonrasında da ilginç bir teknoloji vardı inşaatta. Tüm binalar boruların üzerinde 2 metre kadar havada duruyordu. Bu hem fabrikayı sulak araziden yukarı taşıyor hem de binanın esnek kullanımına imkan sağlayacak bir alt alan oluşturuyordu. İnşaatın büyük bölümü bitmiş, çatının yüzde 80’i kapatılmıştı. Boyahane inşaatı büyük oranda tamamlanmış içine boya havuzlarının montajına bile başlamıştı. BOYAHANE OLABİLDİĞİNCE YEŞİL Boyahane bölümü Avrupa’daki en çevre dostu boyahane oluyordu. Mevcut en temiz teknolojiye sahip olacak şekilde planlanmıştı. Yıllık 175 bin kapasiteye sahipti ama gerekli hallerde bu kapasite arttırabiliyordu. Otomobilin montajının yapılacağı iki farklı bölüm vardı ve bunlardan biri büyük oranda bitmiş, diğeri de bitme yoluna girmişti. Pek anlamadığım bir iş olduğu için fabrikanın binasının ve üretim unsurlarının birlikte yapılıyor olması biraz garibime gitti. Toplam 280 bin metrekarelik fabrika binası, tüm unsurları ile birlikte Mayıs ayı sonunda tamamlanacak, birkaç aylık üretim denememelerinden sonra 2022 Ağustos’unda ilk araçlar banttan inecekti. İnşaatı henüz başlangıç aşamasında olan bölüm ise batarya paketlerinin hazırlayıp, montaj fabrikasına verecek olan “Batarya” tesisi idi. Ancak o da fabrikanın geri kalanı ile aynı anda hazır olacaktı. Fabrikada 40’ı boyahane bölümünde olmak üzere toplam 250’nin üzerinde robot çalışacaktı. Fabrikayı gezerken “Herhalde tek model olmayacak. Tüm modelleri bu fabrikadaki üretim hatları üzerinde yapacaksınız. Tesisin konfigürasyonu buna uygun mu?” diye sordum. Gövde montaj bölümü 3 farklı modeli aynı imal edecek şekilde yapılıyordu. Alan müsait olduğu için bunu arttırmak da mümkündü. İç donanım bölümünde ise hiç sorun yoktu. Pek çok farklı model aynı anda üretime sokulabilirdi. Bu sadece basit bir lojistik meselesi idi. Fabrika binalarından çıkıp, eski askeri havaalanı şimdi ise deneme pisti olarak kullanılacak bölüme gitti. Orada da eski pistin yerine, TOGG’un araçlarını farklı yol koşullarında test etmesini sağlayacak yeni bir sürüş deneyimi yolu inşa ediliyordu. Hemen üretimden çıkan araçların rastgele seçilmiş bazıları hem de üretimi planlanan yeni araç projeleri burada test edilecekti. Gezdiğimiz devasa inşaat alanında yaklaşık 1700 kişi çalışıyordu. Sadece fabrika binaları değil, altyapı inşaatı da büyük oranda tamamlanmış olsa da sürüyordu. Tesisin içindeki yolların altında dev kanallar açılmış, arkadaki arazilerden gelecek tüm sular buradan denize yönlendirilmişti. Deniz ile tesis arasında da birkaç yüz metrelik bir boş alan vardı ve bu alanın kıyıdan 100 metre sonrasındaki bölüm üretim sonrası parkı olacaktı. Sevkiyat ve ihracat için Gemlik Limanı’nın kullanılması planlanıyordu ama gerekirse bir de liman yapılabilirdi. İNŞAAT MAYIS'TA BİTER Gördüğüm kadarı ile inşaatı aylardır süren fabrika binası, yer altı faaliyetlerinin bitmesinden sonra hızla yükselmişti ve söylediğim gibi Mayıs ayında tüm inşaat tamamlanacaktı. Helikopterle geldiğimiz fabrika inşaatı gezimizden, TOGG’un Bilişim Vadisi’ndeki merkezine doğru otomobille yola çıktık. Fabrika arazisinden, Bursa-İstanbul otoyoluna çıkmak yaklaşık 10 dakika, 60 kilometre mesafedeki Bilişim Vadisi’ne varmak ise yaklaşık 30 dakika tuttu. Yolda Gürcan Karakaş’a “Merkezi de fabrikaya taşıyacak mısınız?” diye sordum. “Kesinlikle. Tüm karar alma ve uygulama birimlerinin birlikte olmasını çok önemsiyoruz. Tesla başlangıçta çok dağılmış olmanın sorunlarını yaşadı. Ne kadar yakın olursak, o kadar hızlı çalışıyor ve sorun çözebiliyoruz. Bu yüzden biz de fabrikaya taşınacağız. Hemen değil ama 2 yıl içinde tamamen Gemlik’e taşınmış oluruz” dedi. Hatta evi İstanbul’da olan personeli günlük olarak Gemlik’e deniz yolu ile taşıyabilir miyiz acaba diye de düşünüyordu. Şehir Hatları ya da İDO’dan bu konuda hızlı teklifler beklediklerini söyleyebilirim. MERKEZE 30 DAKİKA TOGG’un Bilişim Vadisi’ndeki merkezine varınca, şirketin Vadide giderek genişlediğini gördüm. Geçen yıl ziyaret ettiğim yerin dışında iki yeni binaya daha yayılmışlardı. Biz bunlardan ilkine girdik. Daha önce gördüğüm iki prototip aracın da yanına bir yenisi daha gelmişti ve çok az daha farklı gibi duruyordu. İncelememe fırsat bırakmadan beni hemen bir toplantı odasına aldılar. Daha önce tanıştığım Renault kökenli Talin Yıldız’ın yanı sıra ilk kez gördüğüm Özgür Özel de oradaydı. Toplantı salonunda Gürcan Karakaş daha önce anlattıkları hedeflerin ne kadarını gerçekleştirdiklerini ve hangi aşamada olduklarını anlattı. Detaya girmeden özetleyeyim. ESKİLERİN SORUNU DÖNÜŞMEK, YENİLER ÇİN'DEN GELİYOR Karakaş’a göre, klasik otomotiv şirketlerinin elektrikli dönüşüme ayak uydurma hızları çok yavaş ve yanlış yollardan yürüyordu. “Alıştıkları ve çok iyi bildikleri işler var. Ama şimdi başka bir dünya kuruluyor. Alışkanlıklar ve iyi olan bilgiler bu yeni dünyada işe yaramıyor. Tam aksine yük oluyor. Yanmalı motorlu araç üreten makina mühendisleri idi. İşi onlar biliyor, onlar yönetiyordu. Şimdi elektrik elektronik mühendisleri var. Eski yönetim modelleri yeniye uyum sağlarken eskiyi de korumak iyi bildikleri eski yönetim ve üretim şemasını da korumak istiyorlar ama artık o şema geçerli değil. Bu yüzden de bir türlü dönüşemiyorlar. Çünkü bir yandan da kendi pozisyonlarını korumak ile ilgili bir şey bu. Mevcut yönetimlerin bize artık gerek yok demesi lazım ve bunu diyemiyorlar” diye anlattı durumu. “Peki kim iyi gidiyor” diye sordum. “Tabii ki, Tesla. Ama çok büyük rakipleri de Çin’den geliyor. Çin üç ayrı elektrikli otomobil firması ile piyasaya giriyor. Çok vardı ama üçü çok başarılı bir biçimde geliyorlar. Hatta geldiler” dedi. “Hiç duymuyoruz” dedim. “Duymazsınız çünkü şu anda Çin iç pazarına odaklılar. Pazar şu anda dünyanın en büyük pazarı ve dışarıya bakmıyorlar bile. Ama gerçekten işi çözmüş geliyorlar” dedi. “Avrupalı büyükler” diye sordum. “İlk giren BMW oldu. Ama çok yanlış işler yaptı ve büyük ölçüde prestij kaybetti. Şimdi o hataları düzeltmeye çalışıyorlar. Renault bir elektrikli Fluence deneyimi yaşadı. Çok sıkıntı çekti. Şimdi toparlıyorlar ama kolay değil. Twizzy aslında doğru projeydi ama o da çok pahalı kaldı.” “VW grubu ve Porsche iyi sanki. Porsche’nin elektrikli araçlarını çok beğendim ve herkes de beğeniyor” dedim. “Evet iyiler. Ama bir sorun var. Onlar benzinli motorun yerine elektrik motoru koymayı yeterli zannediyorlar ama yeni dönem böyle bir şey değil. Biz başka bir şeyin peşindeyiz. Porsche iyi yaptığı bir şeyin elektriklisini yapıyor. Gelecek orada değil. Bizim USE-CASE dediğimiz tarafı eksik” “Ya Mercedes?” “O da aynı sınıfa girebilir. Hala eski kafa geçerli.” Sonra şunu örnek olarak veriyor. “Bizim şimdi konuştuğumuz kişiler bilişim start upları. Oyun üreticileri ile toplantı yapıyoruz. Bu saydığınız firmaların başkanlarının oyun üreten genç çocuklarla bir toplantı yaptığını ve onları anlayabildiğini hayal edebiliyor musunuz?” Oyun meselesini açmak istiyorum. “Oraya geleceğiz” diyor. SÜREKLİ ONLINE ZEKİ OTOMOBİL Sonra kendi yaptıklarını anlatmaya başlıyor Gürcan Karakaş. Otomobillerin elektronikleşirken çok karmaşık yapılara dönüştüğünü şimdi bunu basitleştirmeye çalıştıklarını anlatıyor. Teknik terimlere boğmadan anlatmak gerekirse giderek daha fazla bilgisayarlaşan otomobillerde farklı alanlarda çalışan pek çok işlemcinin birlikte iş görmeye çalışmalarının yarattığı sorunlardan uzaklaşmaya çalıştıklarını ve tek merkezi bir bilgi işlemci ile otomobili yönetmenin çok daha doğru olduğunu, bu sadeleşmenin ilk aşamasını gerçekleştirdiklerini ve bir sonraki dönemde tek beyinli, bilginin önemli bir bölümünü paylaşan ve sürekli online olduğu gerekli bilgiyi için bulut benzeri bir merkezden alarak kullanan ve yapay zekalı otomobile geçeceklerini söyleyebilirim. Daha açmak gerekirse TOGG’un planladığı araçlar aynen cep telefonları gibi olacak. Otomobil sürekli olarak sisteme bağlı olacak ve aynen telefonlar gibi sürekli güncellenecek. Her türlü yeni teknoloji araca siz servise gitmeden yüklenecek. Bunu otomobil teknolojisi olduğu gibi, oyun veya her türlü eğlence ve bilgi teknolojisi de olabilecek. HER ARAÇ BİR BİLGİ MERKEZİ Bunun yanı sıra araçlar da isterlerse bilgi paylaşımı yapacaklar. Yani sizin seyahat bilgileriniz izin vermeniz halinde bir big data merkezi ile paylaşılacak. Buradan en basitinden trafik bilgisi elde edilebileceği gibi, alışveriş, seyahat, tatil gibi sınırsız bilgi ortaya çıkabilecek. Bunları ücreti karşılığında satabilecek TOGG kullanıcısı. Ücret derken çok cüzi ama toplamı bir şey ifade edebilecek birçok bilgi. Yani bir anlamda otomobiliniz cep telefonununuz gibi olacak. Ücretsiz güncellemelerin yanı sıra, ücretli hizmetleri de online olarak otomobilinize indirebileceksiniz. Sonsuz bir alan aslında burası. Arada çalışan bilgilerini de paylaşıyor Gürcan Karakaş. En ilgimi çeken 638 toplam çalışanın yüzde 44’ünün doktoralı olması. Kadın oranı ise yüzde 24. TOGG Ankara’da da TOBB üniversitesinin teknoparkında bir de araştırma geliştirme şirketi kurmuş. TAM adlı şirket yazılım alanında uzman personel barındırıyor. Ankara’da kurulma nedeni ise savunma sanayiinde uzmanlaşmış yazılımcıların evreninde yer almak ve o insan kaynağından faydalanabilmek. Bir diğer şirketi ise Almanya’da otomobiln kalbi Stuttgart’ta TOGG Europe GMBH adıyla kurmuşlar. Orada da tasarım ve ürün geliştirme çalışmaları Murat Günak önderliğinde yürütülüyor. Asıl amaç ise Avrupalı müşterilerin beklentilerinin tespiti ve ihracata yönelik ürünlerin geliştirilmesinde bilgi ve deneyim elde etmek. PİL ÜRETİMİ İÇİN İZİN BEKLENİYOR Sonrasında pil üretimi yapacak olan Türk-Çin ortak şirketi SIRO’nun başındaki Özgür Özel’e veriyor sözü. SİRO’da TOGG ile Farasis yarı yarıya ortak. Farasis, ABD’de iki bilim insanı tarafından kurulmuş sonra Çin’e taşınmış. Orada büyümüş. Şu anda otomobil batarya sistemleri konusunda dünyanın en önemli şirketlerinden biri. TOGG ile birlikte Türkiye’de üretim yapacaklar. “Yerini gördüğüm fabrika ne zaman kurulacak?” diye soruyorum Özel’e. “Yatırım izinlerini bekliyoruz. Sonra başlarız. 8 ay içinde temeli atarız diye düşünüyoruz” diyor Özel. "Bürokrasi engel çıkarıyor mu?" diye soruyorum. "Hayır tam aksine. Bazen kendi ekibimden bile daha hızlı dönüş yapıyorlar ve yasalar çerçevesinde en hızlı şekilde destek veriyorlar" diye araya giren Gürcan Karakaş. Anladığım kadarı ile ilk araçların bataryaları Çin’den gelecek. Karakaş bu sorumu da onaylıyor. SİRO, Farasis’in buluşu olan 8-1-1 teknolojisi ile üretim yapacak. Şimdiki en verimli teknoloji bu. 8-1-1 bataryanın içinde kullanılan maddelerin oranlarını gösteriyor aslında. Bana göre pil yatırımı en az otomobil yatırımı kadar önemli. Çünkü çok da büyük bir ihracat potansiyeli barındırıyor. Özgür Bey’i “Bugün hangi fabrikanın sahibi olmak istersiniz diye sorsalar otomobili değil sizin tarafı tercih ederim” diyorum. Karakaş da bu cümleme gülümseyerek katıldığını ima ediyor. HER ARACA 500 KG PİL Pil fabrikasının tesisin hemen yanında olmasının çok önemli olduğunu anlatıyorlar. “Her aracın batarya paketi yaklaşık 500 Kg tutuyor. Bunun lojistiği çok masraf ve gereksiz. O yüzden otomobil fabrikasının hemen yanında olması çok büyük bir avantaj sağlayacak” diyorlar. Konuşurken bir yandan güzel de bir öğle yemeği yiyor ve ardından benim aklımın kaldığı üç aracın bulunduğu alana geçiyoruz. İlk iki araç daha önce gösterilen ve Pininfarina’nın ürettiği araçlar. Diğer araç ise Türkiye’de yapılan bir araç. İlk prototiplere göre değişiklikler var. İlk önemli değişiklik aracın boyu aynı kalmakla beraber aks mesafesi 9 santim uzamış. Yapılan testler sonrasında rüzgar direncini azaltmak için bazı gövde değişiklikleri yapılmış. O kaput değişmiş. Çizgiler bana göre güzelleşmiş ve daha kaslı, daha heybetli olmuş. İÇİ EKRAN BİR OTOMOBİL İçerde ise bayağı değişiklik var. Dashboard'un tamamı ekran olmuş. Boydan boya kesintisiz giden bir ekran. Porsche Taycan gibi ama bunda hiç kesinti yak. Tam ekran. Altta ortadaki kumanda ekranı ise biraz küçülmüş, Kumanda joystiğinin bulunduğu bölümde bazı değişimler var. Daha kullanıcı dostu gibi olmuş. Daha önce kamera olması planlanan geri görüş sistemi ise yeniden aynaya dönmüş. Bunda hem kullanıcı talebi hem de kameraların kirlenmesinin yaratması muhtemelen sorunlar etkili olmuş. Bunun üzerine biraz tartıştık. Benim gönlüm hala kameradan yana. En azından opsiyonel olarak. TOGG aracının yasalar çerçevesinde belirli hız limitlerinin altında büyük oranda otonom olması üzerinde çalışıyor. Muhtemelen olacak. Tabii bu da bana göre opsiyonlardan biri olarak sunulacak. Araç güzel. Sıkıntı yok. Tek sıkıntı Skoda’nın dışardan bakınca çok benzer bir SUV’u bugünlerde piyasaya vermiş olması. Karakaş bunu “Otomotiv dünyasında alışılmadık bir şey değil. Özellikle prototipi erken tanıtınca bekliyorduk” diyor. Daha sonra otomobilin şase ve batarya yerleşimlerini gösteren iki altyapı modelini inceliyoruz. Pil teknolojisinde en son nokta olduğunu anlatıyorlar. MASERATİ PERFORMANSLI SUV 2 motorlu 400 beygirlik modelin altyapısına bakıyoruz. İlk üretilen araç, İstanbul Park pistinde 0’dan 100 KMS sürate 4,7 saniyede çıkmış. Yani bir Maserati GT ile aynı sürede. Son sürati ise elektronik olarak 180 kms ile sınırlayacaklarmış. Bana göre 280 kms sürat bu araç için hayal değil. Tek motorlu 200 beygirlik araç ise biraz daha az atak. Araçların menzilleri ise uygun koşullarda 500 km olarak planlanmış. Üzerine çıkabilir ama altına düşmez diyorlar. Pil ömürleri şarj edilme biçimine göre değişmekle birlikte normal ev elektriği ile en az 5 yıl tam kapasitesini koruyabilecek. Kaldı ki her batarayanın 8 yıl garantisi olacak. Satış ya da bayi ağı konusunda ise henüz bir netlik yok. Farklı bir ürünü farklı yöntemlerle pazarlamak istiyorlar. Nasılı henüz belli değil. En azından paylaşılmıyor ama pek çok yerde müşteri deneyimi yaşatma planları var. Bu muhtemelen simülatörler vasıtasıyla olacak. Daha sonra bir bağımsız olarak sergilenen bir dashboard'un önünde duruyoruz. Boydan boya ekran çok iyi görünüyor ama daha da iyisi gelecekmiş. Bu ekranları Vestel yapıyor. “Çok daha makul bir maliyetle oluyor” diyor Karakaş. “Muhtemelen otomotiv endüstrisindeki herkesten daha ucuza malediyoruz” diye ekliyor. HEM OTOMOBİL HEM GAME CENTER Sürekli oyun ve mobilite deneyiminden söz ettiği için mecburen soruyorum “Arka koltuklara niye ekran koymuyorsunuz. Madem maliyet de iyi” Üzerinde çalıştıklarını ve büyük ihtimalle olacağını anlıyorum. Çünkü hedef kitlede çocuklar ve gençler çok önemli bir yer tutuyor. Bir kez daha fiyat konusunu açıyorum. “Bu aracı bana göre 40 bin avro civarında maledersiniz. Bu kalite için rekabetçi bir fiyat ama vergi ile rekabet avantajınızı kaybedersiniz“ diye fikrimi söylüyorum. Karakaş’ın beden dilinden anladığımı maliyetin biraz daha aşağı çekilebileceğine inanıyor. “Vergi konusunda devletin bir şeyler yapacağına inanıyorum. Bizi yüksek vergi ile başbaşa bırakmazlar. İç piyasada başarı için bu şart. İç piyasadaki başarı ise dış piyasa için şart” diyor. İlk yıl yani 2022 Ağustosunu takip eden yılda piyasaya sızan üretim rakamı dedikodularından biraz daha fazla üretmeyi planlıyorlar. “Zaten tamamını kamu alır” diyorum. “Sadece kamu değil gerçek kullanıcılar alsın istiyoruz” diyor Karakaş. “Euro çok artmazsa bugünkü kurdan 40 bin euroya beni de yazın sıraya” diyorum. 2022 sonunda euro 20 lira olursa değil otomobil, don alamam onu biliyorum çünkü. Ardından son durak olarak çarpışma testlerinde kullanılan otomobillerin üretildiği atölyeye geçiyoruz. Burada sıkı bir ekip, yan sanayiden gelen parçaları en yüksek standartta ama elde birleştirerek ilk TOGG’ları üretiyor. Sanayide BİW yani Body in White Türkçesi “beyaz gövde” olarak tanımlanan araçları. Burada yazamayacağım bazı bilgiler ediniyorum. Ancak bazıları sır. Hemen unutuyorum bunları. Bu araçlar daha sonra Almanya’ya çarpışma testlerine gidiyor. İlk testler çok başarılı. Karakaş “Piyasaya çıktığımız yılın EURO NCAP standardını yakalamak için çalışıyoruz. Henüz belli değil ama ne olacağını tahmin ediyoruz” diyor. Gezimizi tamamlıyoruz. Ben kendilerine başarılar ve kolaylıklar diliyorum. Gürcan Karakaş “Hala biraz karamsar görüyorum sizi” diyor. “Asla” diyorum. “Şahane bir otomobil yapmakta olduğunuza her gün biraz daha fazla inanıyorum. Ben bu otomobili satın alırım. Çok da mutlu olurum. Sadece ölçek ekonomisi içinde işinizin kolay olmadığını, bütün büyük üreticiler birleşirken, FİAT gibi bir dev Chrysler ve sonra da Fransız PSA ile birleşmek zorunda kalırken. Tüm markalar ortak çatılar altına girerken, Mercedes TESLA’ya ortak olurken, milyarlarca avroluk arge bütçeleri ortaya koyarlarken bu zorluklarla nasıl mücadele edeceğinizi düşünüyorum” diyorum. Ama belli ki onlar benim gibi düşünmüyor. Otomobil dünyasındaki devrimin benim tarafımdan da tam anlaşılmadığını, büyük ama eski olmanın avantaj değil dezavantaj olduğunu çözemediğimi düşünüyorlar. Muhtemelen de haklılar. Gencecik Tesla’nın yüz yıllık Ford’dan, GM’den daha değerli bir şirket haline gelmesini onlar daha iyi değerlendiriyor muhtemelen
  20. Huawei, 17 Kasım'da Çin'de Huawei Watch GT Runner adlı yeni bir akıllı saati tanıtacağını duyurdu. Huawei, Watch GT Runner'ın özelliklerini henüz ayrıntılı olarak açıklamadı, ancak Weibo'da paylaştığı posterler, akıllı saatin bir düğme ve sağ tarafta bir taç gibi görünen dairesel tasarımını ortaya koyuyor. Huawei Watch GT Runner, profesyonel koşuculara yöneliktir ve onlara kat edilen mesafe ve dakikadaki kalp atışlarına ek olarak hızları ve koşu performans endeksleri hakkında veriler sağlar. Huawei Watch GT Runner ayrıca %135 daha iyi performans sunan ve egzersiz rotalarını izlemek için bir akıllı telefon ihtiyacını ortadan kaldıran çift frekanslı bir GPS ile gelecek. Watch GT Runner'ın HarmonyOS altında çalışması bekleniyor ve 17 Kasım etkinliğine yaklaştıkça bununla ilgili daha fazla ayrıntı ortaya çıkacak.
  21. Fenerbahçe-Yukatel Kayserispor maçı ile başlayan yayınlar, sezon sonuna kadar devam edecek Türkiye'de yaşayan Güney Koreli Youtuber Chaby Han, ülkesinde yayın yapan dijital platform Coupang Play'in Fenerbahçe'nin maçlarını yayınlayacağını aktardı. Twitter hesabından paylaşım yapan Chaby Han, “Kore'nin dijital platformu Coupang Play, Fenerbahçe'nin Süper Lig maçlarının hakkını aldı. İlk yayın Kayseri maçı oldu. Bu sezon Kore'de tüm Fenerbahçe'nin maçları canlı yayınlanacak” ifadelerini kullandı. Fenerbahçe'nin Güney Koreli stoper Kim Min Jae'i kadrosuna katmasının ardından ülkede Fenerbahçe maçlarına ilgili artmıştı. UEFA Avrupa Ligi'ndeki Eintracht Frankfurt-Fenerbahçe karşılaşması da Güney Kore'de canlı yayınlanmıştı
  22. Fransız firmalar, önümüzdeki üç yıl içerisinde Türkiye'ye otomotiv, sağlık ve kozmetik, tarım-gıda, turizm ve ulaşım alanında yatırım yapmayı planlıyor. Yatırım ve ticaret temelinde ilerleyen Türkiye-Fransa ekonomik ilişkileri hızlı gelişimini sürdürüyor. Fransız şirketlerinin son 5 yılda Türkiye'ye yaptığı yatırım 5 Milyar Euro'yu geçti. Fransa Büyükelçiliği'nin Bölgesel Ekonomi servisi ve Hiera Consulting işbirliği ile hazırlanan "Fransız ve Fransız-Türk Ortaklı Şirketlerin Türkiye'ye Katkıları" başlıklı rapora göre bu şirketler 2019 yılında Türkiye'nin gayrisafi katma değer üretimine 52,6 milyar lira katkı sağladı Rapora göre, Paris Borsası'nın CAC 40 endeksindeki 40 şirketten 35'inin Türkiye'de sanayi ve ticaret etkinliği bulunuyor. Türkiye'de faaliyette bulunan 400 dolayında Fransız firmasının önümüzdeki üç yıl içinde Türkiye'ye 750 milyon Euro tutarında yatırım yapacağı tahmin ediliyor. Dünya'nın haberine göre Türkiye'deki yabancı yatırımlar içinde Fransa önemli bir paya sahip. Fransız şirketlerin Türkiye'de faaliyette bulunduğu alanlarda otomotiv, sağlık ve kozmetik, tarım-gıda, turizm ve ulaşım öne çıkıyor. Güçlü Fransız-Türk ortaklıklarına, havaalanı işletmeciliğinde TAV ve ADP, bankacılıkta TEB ve BNP Paribas ve otomotiv sektöründe OYAK ve Renault arasındaki otaklıklar örnek gösteriliyor. Fransa'nın dördüncü pazarı 2020 yılı verilerine göre, AB, Birleşik Krallık ve İsviçre'nin ardından, Türkiye, Fransız ürünlerinin satıldığı dördüncü büyük pazar. Fransa ise Türkiye'nin sekizinci en büyük tedarikçisi ve altıncı en büyük müşterisi. Küresel sağlık krizine rağmen iki ülke arasındaki çift tarafl ı mal ticareti hacmi 2020 yılında 14,1 milyar Euro tutarında gerçekleşti. 2019'da ise ikili ticaret 14,7 milyar euro düzeyindeydi. Bu tutarın, 7,8 milyar euroya karşılık gelen kısmını, Türkiye'nin Fransa'ya hizmetler hariç yaptığı ihracat, 6,3 milyar euroluk kısmını ise Fransa'dan mal ithalatı oluşturdu. Başta otomotiv ve havacılık alanında olmak üzere taşıma ekipmanları sektörü iki ülke arasındaki ticaretin lokomotifi olmayı sürdürüyor. Karşılıklı ticaret bu yıl hızlandı Türkiye-Fransa ticareti bu yıl ivme kazandı. 2021'in ilk yarısında çift taraflı mal ticareti 8,4 milyar euroya ulaştı. Ticaret hacminde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 38 oranında artış kaydedildi. Rapora göre, bu dönemde Türkiye'ye Fransız ihracatı yüzde 47,4 ve Türkiye'den Fransız ithalatı yüzde 31,3 oranında arttı.
  23. Elde edeceğim şey, harcadığım emeğe değecek mi? Aptal Puma Sendromu; hayatına katkı sağlamayacak küçük bir hedefin peşinden uzun süre koşarak, kendilerini yıpratan insanların düştüğü durumdur. Bazen vazgeçmek de iyi bir seçenektir! Hızı, kıvraklığı ve zekası ile tanınan pumalar; avının peşinden koşarken harcadığı enerji miktarı, ondan elde edeceği potansiyel enerji miktarını geçeceğini anladıkları zaman koşmaktan vazgeçerler. Yani yenilgiyi kabul eder ve hemen başka bir av ararlar. Bu sebeple pumaların bir ceylanın peşinden koşarken ki hızlarıyla, tavşanın peşinden koşarken ki hızları birbirlerinden çok farklıdır. Aptal Puma Sendromu ise; bu durumun tam tersini yapan insanların durumunu anlatmak için kullanılan bir deyimdir. Aptal Puma Sendromu (Stupid Cougar Syndrome) İnsanlar bazen bir inat, bir hayal, bazen bir insan ya da değmeyecek bir şeyler uğruna gereksiz yere kendini yıpratmaktadır. Günümüzde bu durumlara ek olarak ve hayatımızda maalesef ki çok büyük bir yer kaplayan sosyal medyada da aynı durum söz konusudur. İnsanlar artık gösteriş yaparcasına bir yarış halindedir. Bu nedenle her alanda hem maddi hem manevi olarak kendilerini yıpratacak işler peşindedirler. Hayatımız boyunca sürekli olarak bir şeyler peşinde koşmaktayız. Gerek iş hayatında gerekse özel hayatlarımızda hep kazanmak istiyoruz. Çok iyi bir iş istiyoruz, çok güzel olmak, beğenilmek, onaylanmak, sürekli taktir görmek ve her alanda başarılı olmak istiyoruz. Tüm bunları kaldıramadığımız anda da psikolojik olarak bir çöküş yaşıyoruz ve hayata karşı ya yorgun ya da kızgın oluyoruz. Bu duruma ise en iyi örnek pumalar gösterilmektedir. Her zaman harcadığı emeğe değecek işler peşinde koşan pumalar; olmayacak hayallerin peşinde adeta bir yarıştaymış gibi ömürlerini tüken insanlara verilebilecek en iyi örnektir. İnsanlarda farklı şekillerde de olsa çok sık görülen bu sendromdan korunmanın ya da bu durumdan kurtulmanın en iyi yolu pumaları örnek almaktır. Yani harcadığınız emek her zaman elde edeceğiniz şeye değmelidir. Kısacası bazen hayalperestliği bırakıp koşmaktan vazgeçmek ve duracağın noktayı bilmek en iyi seçenektir
  24. Netflix’in orijinal yapımlarından olan Güney Kore yapımı My Name 15 Ekim Cuma günü gösterime girmeye hazırlanıyor. My Name, Kim Ba-da tarafından kaleme alınırken yönetmen koltuğunda ise Kim Jin-min oturuyor. Dizinin baş rollerinde ise Han So-hee , Park Hee-soon ve Ahn Bo- hyun yer alıyor. My Name Konusu Babası öldürülen Yoon Ji-woo babasının intikamını almak için bir mafya babasına güvenir. Onun yönlendirmesiyle polis teşkilatına girer. My Name Oyuncuları Han So-hee Park Hee-soon Ahn Bo-hyun Kim Sang-ho Chang Ryul
  25. Bir döneme damga vuran Kurtlar Vadisi dizisinin yönetmeni Osman Sınav'dan konusu ve oyuncularıyla çok konuşulacak güçlü bir dizi geliyor. Sınav'ın 'Yalnız Kurt' dizisi, Kurtlar Vadisi'ni aratmayacak. Türk televizyonlarının en çok izlenen dizisi Kurtlar Vadisi'nin yönetmeni Osman Sınav, şimdilerde yepyeni bir diziyle ekranlara dönmenin heyecanını yaşıyor. Bir döneme damgasını vuran ve izlenme rekorları kıran Süper Baba, Deli Yürek, Ekmek Teknesi, Kurtlar Vadisi, Sakarya Fırat ve Sen Anlat Karadeniz gibi unutulmaz dizilere Yalnız Kurt dizisi de ekleniyor. KURTLAR VADİSİ'Nİ ARATMAYACAK Proje tasarımı ve konsept danışmanlığını Osman Sınav'ın üstlendiği, oyuncu kadrosu ve konusuyla Kurtlar Vadisi ve Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz gibi dizileri aratmayacak Yalnız Kurt dizisinin hazırlıkları sürüyor. Yeni Kurtlar Vadisi olarak gösterilen Yalnız Kurt dizisinin yönetmen koltuğunda ''Alparslan: Büyük Selçuklu'' dizisinden ayrılan M. Çağatay Tosun, ikinci yönetmen koltuğunda ise Osman Sınav'ın oğlu Yusuf Ömer Sınav oturuyor. KONUSU KURTLAR VADİSİ'NE BENZİYOR Senaryosunu Murat Koca ve Alper Erze'nin kaleme aldığı, süpervizörlüğünü ise Şevket Dedelioğlu'nun üstlendiği dizi, yeni sezonun en iddialı yapımlarından biri olmayı hedefliyor. ''Kurtlar Vadisi' dizisine benzer bir hikayeye sahip olan ve yeni sezonda ATV ekranlarında yayınlanacak olan Yalnız Kurt dizisi; devlet, terör ve casusluk konularını ele alıyor. KASIM AYINDA SETE ÇIKACAK Birsen Altuntaş'ın haberine göre, özellikle Kurtlar Vadisi hayranları tarafından büyük bir merakla beklenen Yalnız Kurt dizisi, kasım ayında sete çıkacak. Oyuncu seçimlerinin devam ettiği Yalnız Kurt dizisinde Hasan Deniz Yaran, ''Altay Kurtoğlu' rolünü, usta tiyatrocu Cihan Ünal ise ''Davut Bahadır'' karakterini canlandıracak. Bir kahramanlık öyküsünü ekrana taşıyacak olan dizinin kadrosuna son olarak Kürşat Alnıaçık, Damla Colbay ve Murat Han dahil oldu. Dizide Damla Colbay ''Sare Türkmen'', Murat Han ise ''Doğan Sakınma'' rollerine hayat verecek.
×
×
  • Create New...

Önemli bilgi

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için Gizlilik poliçesini inceleyebilirsiniz.