Jump to content

Search the Community

Showing results for tags 'harezmşah'.

  • Search By Tags

    Etiketleri virgülle ayırarak yazın.
  • Search By Author

Content Type


Forums

  • BiLGi / EĞiTiM
    • SAĞLIK
    • YARARLI ve PRATiK BiLGiLER
    • TARiH
    • BiYOGRAFi
    • ÜLKE KÜLTÜRLERi
    • EDEBiYAT / KÜLTÜR / SANAT
    • iLGiNÇ BiLGiLER
    • OKUL / ÜNiVERSiTE HABERLERi
    • ASTROLOJi / BURÇLAR
    • KiTAPLAR
  • EĞLENCE ve TEKNOLOJi
    • ViDEO OYUN
    • PROGRAMLAR / UYGULAMALAR / YAZILIMLAR
    • ANDROiD
    • iOS / iPHONE / iPAD / AppleWatch
    • OTOMOBiL DÜNYASI
    • AKILLI CiHAZLAR
  • GÜNDEM / HABER
    • DÜNYADAN HABERLER
    • TEKNOLOJiDE SON GELiŞMELER
    • TÜRKiYE'de GÜNDEM
    • MiLLi / YERLi ÜRETiM
    • SPOR / e-Spor
  • ORTAYA KARIŞIK
    • MUTFAK
    • FiLM / SiNEMA
    • GEZi / SEYAHAT
    • KOMEDi / KOMiK ŞEYLER
    • ViDEO iZLEME BÖLÜMÜ
    • KENDi iŞiNi KENDiN YAP
    • KRiPTOYA DAiR / KRiPTOYA GiRiŞ
  • DiNiMiZ iSLAM
    • İSLAM
    • DiNi HABERLER

Sonuçları bul...

İçeren sonuçları bulun


Date Created

  • Start

    End


Last Updated

  • Start

    End


Filter by number of...

Kayıt tarihi

  • Start

    End


Group


About Me

2 sonuç bulundu

  1. Kesin olmamakla birlikte 1145 yılında adeta bir masal şehir olan Harezm‘de doğdu. Ticaretle meşgul olan bir ailede büyüdü. Büyük ihtimalle kumaş ticaretiyle ilgileniyorlardı. Çünkü çocukluğunda kumaş dükkanlarını hırsızlardan korumak için geceleri bi başına nöbet tuttuğu bilinmektedir. Hatta yalnız geçirdiği bu gecelerde aklını başından alan hayaller gördüğünü kendisi söylemektedir. Gençliğini de Harezm’de geçiren Necmeddin Kübra, eğitim almak için yollara düştü. Şehir şehir dolaştı. Nişabur, Hemedan, İsfahan, Mekke ve İskenderiye’de eğitim gördü. 35 yaşına kadar süren tahsilin ardından ise tasavvufa yöneldi. Necmeddin Kübra ve Tasavvuf Tasavvufa yönelen Necmeddin Kübra, ilk olarak kendisini terbiye edecek bir mürşid aradı. Dizful şehrinde İsmail Kasri isimli bir şeyhe intisap etti. Şeyh kısa bir süre sonra Necmeddin’i, sahip olduğu bilgi birikim onda kibre yol açacağı gerekçesiyle Ammâr Yâsir el-Bitlisî isimli bir başka şeyhe gönderdi. Meğer endişelenmekte haklıymış. Burada kendisini şeyhinden üstün gören ve tarikat adabına aykırı davranan Necmeddin Kübra bu seferde Mısır da Şeyh Rûzbihân’ın yanına gönderilmiştir. Burada yaşadığı bir olay Necmeddin Kübra da büyük bir etki uyandırmış. Şöyle ki; Necmeddin, Şeyh Rûzbihân’ın yanına gidince onu çok az miktarda bir su ile abdest alırken bulmuş. Şeyh onun üzerine birkaç damla su serpmiş. Necmeddin bu birkaç damla suyu kulağında şiddetli bir yumruk darbesi olarak hissetmiş ve bilincini yitirmiş. Bunun üzerine tekrar Ammâr Yâsir el-Bitlisî’nin yanına dönmüş ve tasavvufi terbiyesini tamamlamıştır. Harezm ve Kübreviye’nin Kuruluşu Necmeddin Kübra 1184 tarihinde doğduğu şehir olan Harezm’e geri döndü. Harzemşah hükümdarı olan Alaaddin Muhammed ve Celaleddin Harzemşah bu büyük veliye ihtimam ve saygı göstermiştir. Necmeddin Kübra bundan sonraki hayatını öğrencilerinin tasavvuf terbiyesini tamamlamaya ve insanları doğru yola çağırmaya vakfetti. Altmış öğrencisi olduğu söylenmektedir. Bu öğrencilerden de bazıları devrinin ileri gelen hocalarından olmuştur. Ayrıca Mevlana Celaleddin Rumi’nin babası Bahaeddin Veled de onun öğrencisiydi. Yetiştirdiği öğrencileriyle OrtaAsya kökenli üç büyük tarikattan biri olan Kübreviye ekolünü kurmuştur. Kendisi ve kurucusu olduğu tarikat için kullanılan Kübra lakabı, Kur’an’da haşir gününü simgeleyen “et-tâmmetü’l-kübrâ” (en-Nâziât 79/34) ifadesinin kısaltılmış şeklidir. Bu ekol yürüttüğü irşad faaliyetleri sonucu OrtaAsya’dan Hindistan ve Irak’a kadar genişlemiştir. Necmeddin Kübra’nın Vefatı Harezm, 1221 yılında Moğollar tarafından işgal edildi. Halk büyük bir katliama maruz kalırken şehir tahrip edildi. Bu işgal sırasında Cengiz Han, Necmeddin’e şehri terketmesi için izin vermiş, ancak o şehir yakılıp yıkılırken hayatının bağışlanmasını kabul edemeyeceğini söylemiştir. Yapılan katliam sırasında öldürülmüştür. Bugün Harezm’e bağlı Gürgenç şehrinde ki türbesinde yatmaktadır
  2. Sultan Melikşah, Türk milletinin yetiştirdiği ender simalardandır. Erken yaşta ölmesine rağmen fetihleri, icraati, adaleti, mağlubiyetsizliği ve ihtişamı ile o “Muhteşem Melikşah” olarak anılmıştır. Maiyetinde, her zaman büyük bir ordu bulundurmuş, vefatına kadar hep birer birer ülke olan bölgeler fethetmiş, Afrika hariç, İslâm dünyasının her tarafında adını duyurmuştu. Fevkalade adaleti ile Sultanü’l-Âlem, Sultanü’l-A’zam ve Sultanü’l-Muazzam gibi şöhretlerinden başka es-Sultanü’l-Âdil diye de ün salmıştır. Öyle ki altındaki topraklarda yürürlükte tuttuğu adalet, yerli yabancı, müslim, gayri müslim bütün tarihçileri hayran bırakmıştır. Melikşah, Sultan Alparslan’ın oğludur. Hükümdarlık döneminde Büyük Selçuklu Devleti en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Peki Sultan Melikşah nasıl bir hayat sürmüştür? Vefatı nasıl olmuştur? Hükümdarlığı sırasında neler yaşanmıştır? Sultan Alparslan’ın oğlu Sultan Melikşah kimdir? Büyük Selçuklu Devleti Hükümdarı: Melikşah Kimdir? Sultan Melikşah 1055 yılında (9 Cemâziyelevvel 447’de) İsfahan’da dünyaya geldi. Tam adı Muizzüddin Ebul Feth olup, Türklere Anadolu kapısını açan Selçuklu Sultanı Alpaslan’ın oğludur. Yirmi yıllık saltanatında tarihte benzeri az görülen bir huzur, refah ve mutluluk devri yaşanmıştır. Babası Alpaslan tarafından özenle yetiştirildi. Devrin bilginlerinden dinî bilgiler, tanınmış bahadırlardan savaş dersleri alarak bilgili ve usta bir asker olarak yetişti. Henüz sekiz yaşlarındayken devlet yönetimiyle ilgilenmeye başladı. On yaşlarında babasıyla birlikte Gürcistan seferine katıldı ve ordugâhta babasını temsil etti. Bizanslıların savunduğu bir kaleyi Nizamülmülk’le birlikte fethetti. Kars/Ani yakınındaki Meryem Nişin Kalesi’nin kuşatılmasında ısrar etti ve kalenin alınmasında önemli rol oynadı. Alpaslan, cesareti, yöneticilikteki yeteneği ve İslam’a bağlılığı ile dikkatleri çeken ve herkesin sevgisini kazanan Melikşah’ı 1066 yılında resmen veliaht ilan ederek, bu arzusunu açıkladı ve her fırsatta etrafına söyleyerek duyurdu. Alpaslan 1072’de şehit edildikten sonra da henüz on yedi yaşında olan Melikşah onun yerine Selçuklu Devleti’nin sultanı oldu. Sultan Melikşah, saltanatının ilk iki yılında iç kavgaları yatıştırmak ve devletin sınırlarını savunmakla geçirdi. Mahir bir yönetici olan Nizamülmülk’ü kendisine geniş yetkiler tanıyarak vezir yaptı. Devleti tehdit eden Karahanlı ve Gaznelilere karşı koydu ve onları mağlup etti. Tahta geçtiği ilk yıllarda amcası Kavurd yönetimi ele geçirmek için isyan etmişti; onu yenerek ülkesinde düzeni sağladı. Bu arada devletteki iç isyandan yararlanan Gazneli ve Karahanlı devletleri birleşerek Selçukluya saldırdılar. Bu iki devleti de yendi ve Karahanlı Devleti bu yenilgiden sonra ikiye ayrıldı. Ardından Doğu Karahanlılar’ı Karahitaylar, Batı Karahanlılar’ı da Herzemşahlar yıktı. Melikşah’ın en büyük ideali, bütün Müslüman devletleri bir bayrak altında toplayarak İslam Birliği’ni kurmaktı. Bu amacını gerçekleştirmek için çalışmaya başladı. Halife Kaim bin Amrülah ile sıkı ilişkiler kurdu. Halife, Melikşah’a “Mu’izze’ddin” ve “Celâlüddevle” unvanları ile birlikte o zamana kadar hiçbir hükümdara verilmemiş olan ve hilafet makamının en büyük yardımcısı anlamına gelen “Kasım Emire’l Mü’minin” sanını verdi. Melikşah devrinde Anadolu’nun fethinin tamamlanması hareketi hızla sürdü. Süleyman Şah’a yaptığı yardımlarla Anadolu bir İslam beldesi durumuna geldi. Onun emriyle Anadolu Selçuklu Devleti kuruldu. Devlet kurumunu ve orduyu düzene sokan Melikşah, fetih hareketlerine babasının bıraktığı yerden devam etti. Kutalmışoğulu Süleyman Şah ve Mansur ile Türkmen reislerinden Artuk Bey, Tutak ve Alp İlig gibi ünlü komutanlar Anadolu’da zaferden zafere koşuyor, önlerine çıkan Bizans ordularını bozguna uğratıyorlardı. Anadoludaki Hristiyan halk, Bizans yönetiminden bunalmıştı. Saray hileleri ve yönetimdeki zayıflık yüzünden Dere-beyleri Anadoluyu kasıp kavuruyorlardı. Sık sık kendilerini imparator ilan ederek merkeze yürüyen komutanların baskısına maruz kalıyorlardı. Bu yüzden kendilerine adaletli davranan, gittikleri yere huzur ve refahı da birlikte götüren Müslümanları sevinçle karşılıyorlardı. Türkmen birlikleri Yeşilırmak, Kelkit ve Çoruh havzalarını ele geçirmiş ve Alaşehir’i alarak Ege kıyılarına kadar uzanmışlardı. Diğer bir kol da Urfa ve Nizip civarında Bizans ordularını yenerek Güney ve Güneydoğu’da fetihler yapmışlardı. Süleyman Şah İznik’i fethetmiş, Üsküdar’a kadar ilerleyerek bütün Boğaziçi’ni kontrol altına almıştı. Kısa zamanda Mardin ve Diyarbekir ile civarındaki otuzdan fazla kale ve kent alındı. Ayrıca Siirt, Bitlis ve Ahlat gibi önemli yerler de alınarak Selçuklu topraklarına katılmıştı. Melikşah döneminde ayrıca; Musul, Kudüs, Dimeşk, Halep, Lazkiye, Gence, Kafkasya, Kars, Oltu, Erzurum (Gürcü kralı tarafından ele geçirilen bu bölgeler 1080’de fethedilmiştir), Trabzon, Azerbaycan, Buhara, Semerkand, Hicaz Bölgesi (Mekke-Medine) ve Yemen. Selçuklu topraklarına katıldı. Büyük Selçukluların 1085’te Diyarbekir ve çevresini ele geçirmelerinin ardından Mervaniler Devleti yıkıldı. Urfa, Menbic ve Halep kalelerinden sonra Antalya’ya inerek Akdeniz’e dayanıldı. Burada elbisesini çıkarıp yere seren ve namaz kılıp Allah’ın yardımına şükreden Sultan Melikşah, denizden aldığı kumları İran’a götürüp babası Alpaslan’ın mezarının üzerine serpti ve “Babacığım, işte sana müjde; henüz bir çocuk olarak bırakmış olduğun oğlun, Allah’ın izniyle dünyayı baştan sona fethetmiştir.” dedi. Melikşah, yirmi yıllık saltanatı süresinde Büyük Selçuklu Devleti’nin topraklarını Kaşgar’dan Boğaziçi’ne, Kafkas’lardan Yemen ve Aden’e kadar genişletmek suretiyle devrin en büyük siyasî gücü durumuna getirdi. Bu koca devlette, Nizamülmülk’ün deyişiyle, adaleti mülkün temeli yapmak başardı ve bu yüzden Melikşah’a “Sultanü’l Âdil” denilmiştir. Saltanatı süresince yenilgi yüzü görmediği için de kendisine “Ebu’l Feth” sanı verilmişti. Ömrünü İslam dini için yararlı işler yapmaya adayan Melikşah her zaman şu şekilde dua etmekteydi: “Ya Rab, eğer İslama ben faydalı olacaksam, bana yardım et, muzaffer kıl. Eğer karşımdaki hasmım faydalı olacaksa, ona yardım et, onu muzaffer kıl.” Melikşah’ın en güçlü vezirlerinden Nizamülmülk 1092’de Hasan Sabbah’a bağlı fedailerce öldürülmüştü. Aynı yıl, yani 20 Kasım 1092’de otuz yedi yaşındayken kimliği belirsiz kişilerce zehirlenerek kendisi öldürüldü. Cenazesi İsfahan’a götürüldü ve kendisinin yaptırdığı medresesinin yanındaki türbede toprağa verildi. Melikşah zamanında, Vezir-i Azam Nizamülmülk’ün de yardımı ve gayreti ile düzenli bir divan (hükumet) teşkilatı ve yarım milyonu bulan düzenli bir biçimde yetiştirilmiş askerlerden kurulu sürekli bir ordu kurulmuştur. Onun döneminde fakirleri, bilim ve sanat insanlarını korumak için devlet bütçesine ödenek koydurulmuştur. Bilginler ve sanatçılar korunmuş, onlara büyük ilgi göstermiş, bilim sahibi kişileri bizzat ziyaret ederek, onların ilmine ve kişiliklerine saygı göstermiştir. Devrinde, İmam-ı Gazali, Kaşgarlı Mahmut, Cürcânî gibi bilginler yetişmiştir. XI. yüzyılın Önasya ve Anadolu topraklarında yaşanan fikri gelişmenin dinginliğe ulaşmasında önemli katkıları olan Nizamiye Medreselerinin fikir öncülüğünü Nizamülmülk yapmış; Selçuklu sultanları da bu düşün gerçekleşmesi için, her yönüyle adeta birbirleriyle yarışmışlardır. Sultan Alpaslan’ın, Selçuklu ülkesinin bu eğitim kurumlarıyla donatılması için gösterdiği gayretlerin yanı sıra, buraların ayakta kalması için kendisine ayrılan has iradın (özel gelir) onda birini vakfettiği görülür. Sultan Melikşah da yaptırdığı medreseler ve kültür kurumlarından başka bu hizmetlere yılda 300.000 dinar (altın) bağışlamıştır. Hatta bu hayırhahlıkta eşine Selçuklu tarihinde az rastlanabilecek bir örnek sergileyen Sultan Sencer de, bilim erbabına yüz binlerce dinar, binlerce atlas elbise, çok sayıda at ve kıymetli eşya bağışında bulunmuştur. Melikşah, bütün Selçuklu topraklarını imar ettirdi ve halkı refaha kavuşturdu. Büyük yerleşim yerlerinde Nizamiye medreselerini kurdurdu. Onun zamanında bilim, kültür, tarım, sanayi ve ticaret çok ilerledi. Veziri Nizamülmülk, onun hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getiriyordu: “Melikşah dindar, alimlere hürmet, zahidlere (dünyaya düşkün olmayanlara) iyilik, fakirlere şefkat ve halka adalet gibi, dünyada kimsenin haiz olmadığı yüksek vasıflara sahip bir cihan hakimdir.” Bilim ve adaletin büyük itibar gördüğü ülkesinde huzur ve refah hakim olmuş, özet olarak, görkemli ve gösterişli bir imparatorluk kurulmuştur.
×
×
  • Create New...

Önemli bilgi

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için Gizlilik poliçesini inceleyebilirsiniz.